
Pilav yapmıştı sevgilim, ilk denemesiymiş. Daha görmeden, tadına bakmadan kendisi söylemişti zaten, suyu fazla olmuş; lapa olmuş anlayacağınız. Tadında sorun yok ama yine de annenizin pilavına benzemiyor ki… Kıvamı da güzel gerçi fakat bize göre, bizim alışkanlıklarımıza göre değil; Çinlilerin kültürlerine uygun. Çubukları olacak, afiyetle yerler. Fazla ses etmedim ama takılmadım da değil. Yemeğin tuzunu pilavın suyuyla dengelemeye çalıştım ve tüm umutlarımı bağladığım, uğraşı ve emek açısından çok güzel bu sofranın, yemeğin sonuna geldim; “Prestij”
Muhallebi yapmış. Gelirken öyle bir anlatıyordu ki yaptığı muhallebileri, sokağın ortasında ağzımın suyu akıyordu; çocukluğuma dönüyordum. Çalışan bir kadın annem, günlük hayatta yeterince yoruluyor - yaşı da var tabii- . Bir de ev emekçiliği; fazla yapmıyor artık o pasta börekleri. Bunların hayalini kurarken, çocukluğumu yaşarken ben kısa zaman diliminde, sevgilim servis etti tatlısını. Gözüme çok şirin gözükmüştü birden, neredeyse bir bağ oluştu tatlıyla aramızda. ‘’Seni tatlı şey.’’, ‘’Seni ben yerim, yerim!’’ gibilerinden sayıklıyordum içimden. Kaşığı elime alıp daldırıvermek için kâseye doğru hamlemi yapınca kalp atışım da hızlanmaya başladı. Gözlerimin büyüdüğünü hissediyordum…
Enerjim çekilmişti, hissizleştim. ‘’Nasıl olmuş canım?’’ sorusuna verecek bir cevabım yoktu. Onun beklediği cevap yoktu bende fakat dudaklarım beynimden habersiz ‘’Ellerine sağlık, çok güzel olmuş canım.’’ deyiverip organizmasını kurtarmasını bildi.
Eksikti… Eksiltilmişti. Bir şeylerin azlığı vardı ve netti, belliydi. Tüm umutlarım, hayallerim bir anda bana el sallayarak sisin ardında kayboldular. Antrenmandan çıkmış olmamın da etkisi vardı belki, ama… Dondurma eklemeyi önerdi, geri çevirmedim, kabul de etmedim; öylesine bakıyordum boş boş. Velhasıl dondurmalı olarak devam ettim. Tadı yerine gelir gibi oldu. Olmadı… O eksikliği bildiğimden midir nedir, tatlının içindeki tatlısızlığı hissedebiliyordum. Eksikti. Tatlının tatlısı eksikti. O zaman nasıl tatlıydı bu? Tatlının tatlısı eksik olur muydu? Belki de olurdu. Ben büyütmüştüm. Tabi canım ben beni benden etmiştim. Bir kâse tatlıya hayallerimi yüklemiştim. Sonuçta aşırı yükleme; iptal… Ama tatlının şekeri eksik olmamalıydı. ‘’Tatsız’’ olmuştu tatlı.
Eksikti, olabilirdi. Bir defaya mahsus ne olacaktı. Bir daha yapar daha güzel, en güzelini yapardı. Belki bu sefer yüklemeden, kendileri koşarak çıkagelirdi hayallerim; meşalelerle…
Eksikti. Olsundu. Emek harcamıştı; sevdiceği içindi. Emek değil miydi en yüce değer? Şekeri eksikti; katmamıştı belki. Olsundu. Sevgisini katmıştı her şeyden önce, her şeyden önde. Ne önemi vardı. Yoktu… Vardı…
Önemi yok; ’’Sevinmek için sevmedik’’ti. Siyahın zindan olsundu, beyazın aydınlıktı. Kimi zaman zindanda bulduk aydınlığını, kimi zaman da beyazın içindeki siyahı sevdik. Yenildik susmadık; sesimiz bir daha çıkmamacasına bağırdık. Acılarımızı, sevinçlerimizi, üzüntülerimizi, gülüşmelerimizi, aykırılıklarımızı, bütünlüklerimizi haykırdık. Uğrunda can verdik. “her zaman, her yerde, kalbim hep seninle; ölüm gelsin isterse”yedik. 11 puan öndeyken şampiyonluğu verdik, eyvallah dedik.
Önemi var; “26. Hafta”yı bekledik. ‘’Meşaleli’’ yürüdük. Türkülerle marşlarla karşıladık; uğurladık. Bu hafta liderdik. Atın üstündeydik, dizginler bizdeydi. –miş’li geçmiş zaman yerine –di’li geçmiş zamanı kullanacaktık. Rahatlayacaktınız.
Muhallebi yiyeceğiz galiba 4 hafta sonra. Daha çok, acı bitter çikolatası tadında olacak. Şekeri eksik olacak. Şimdiden afiyet olsun…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder