www.halkintakimi.com fanzinidir

22 Ağustos 2009 Cumartesi

Futbol ağalarının taraftar açmazı/Hakan KİREZCİ

Futbol kulüplerinin sırtına binerek uluslararası market zincirlerini kuran ve işleten futbol baronlarının kapitalizmin en temel çelişkisiyle başlarının derde girmesi de kaçınılmazdı elbette. Diyalektik materyalizm bu çelişkiyi “karşıtların birliği” olarak tarif ediyor. Her unsur kendi karşıtını içinde taşır. Hayat yoksa ölüm de yoktur. Hayat başladığı andan itibaren ölüm de devreye girer. Mücadeleyi güçlüyken sürdüren hayat bu gücünü yitirdiği an ölüme yenilir.

Bir organizma yaşamak için oksijene ihtiyaç duyar. Oksijenin yanmasıyla açığa çıkan enerjiyi kullanarak varlığını sürdürür ama aynı zamanda ortaya çıkan oksitlenme sonucunda da gitgide yaşlanarak ölüme bir o kadar yaklaşır; sonunda ölür. Yani oksijen hem yaşamdır canlılar için hem de ölüm.

Konumuza dönersek; Sermayenin futbola yönelmesindeki ana cazibe merkezi takımının arkasında ona tutkuyla bağlı milyonlarca taraftar kitlesidir. Futbolu endüstriyel bir mekanizmaya dönüştürüp ürettiği tüm metayı hedef kitlesi olan taraftara satmak çok karlı bir yatırım ancak bir o kadar da can sıkıcı olabiliyor.

Şöyle ki;
Kendine ait olarak gördüğü takımının endüstriyel bir market gibi çalıştığını, taptığı formasının Japon turistin bavuluna döndüğünü, maçlarını seyretmek istediği zaman; stadyumda ya da TV de bütün seyir haklarının yüksek paralara satıldığını, kısacası dört başı mamur bir biçimde söğüşlendiğini gören taraftar bu endüstriyelleşme işine bazen fena halde takabiliyor. Takıyor da ne yapıyor? Maçlarda yayıncı kuruluşu dışarı davet edebiliyor; sattıkları lisanslı ürünleri, decoderlerini almayı reddedebiliyor; sponsor olan firmalara tavır alıp ürünlerini boykot edebiliyor;

globalizmin yükselen değerlerine karşı kendi köhnemiş! kadim değerlerini dayatabiliyor; stadlarını, salonlarını mabed gibi görüp isim haklarının kendilerinde olduğu iddiasıyla müteahhitlerin, gazozcuların, şekerlemeci, bisküvici şirketlerin isimlerini reddedebiliyor; kendi atkılarını örmek, pazardan formasını almak, bayraklarına dolanıp stadlarda ibadetini yerine getirmek isteyebiliyor; Stadının sirk çadırına çevrilmesine karşı koyabiliyor. Bu durumda, yatırımını koruyabilmek adına bu tür taraftarın tasfiye edilmesi gereği gibi bir sorunla karşı karşıya kalıyor futbol baronları. Ne diyor bir süt reklamında üretici şirket?

Sağdığımız sütün iyiliği ineklerimize gösterdiğimiz özene bağlıdır.

Sağdıkları sütün kalitesini düşüren “ineklerin” yaban çayırlara sürülmesi işine kasırganın gözünden yani tribünlerden başlamak gerekiyor. Masum fairplay söylemleriyle söze ve işe başlayıp devamında “küfürsüz maç izleme… Pankart ve bayrakları tribüne sokmama… Sık sık seyircisiz oynama ya da saha kapatma cezaları verme… Bilet fiyatlarını yüksek tutarak ve kombine bilet sistemiyle tribün profilini denetim altına alma… Armanın-formanın lisansı gibi bir tezgahı devreye sokarak taraftarın kendi öz materyalini kendilerinin üretmesini yasa marifetiyle engelleme gibi önlemler devreye sokuluyor. Ellerindeki medyayla da bu yangına pompaladıkları ana fikir şu; “Futbol bir spor, bir eğlencedir. İnsanlar ailelerini, çoluk çocuklarını alıp Pazar gezmesine gider gibi maçlara gidebilmelidir. Stadyumlar endüstriyel futbol ticarethanelerinin tüm dünyaya açılan vitrinleridir ve bu tür taraftarlık gösterileriyle bu vitrin kirletilmektedir. Öyleyse bu ayaktakımını tribünlerden uzaklaştırmak gerekir. Parası olmayan maça gelmesin. Falanlaaar ve filanlar…”

İşin aslı ilk planda tribünden gelen üç kuruş paranın kontrolü ve artırılması değil isyan potansiyeli taşıyan çekirdek taraftarın ortadan kaldırılmasıdır tabii. Yoksa 15-20 milyon taraftarı olan bir kulübün 25-30 bin kişisi maçlara bedava girse ne olacak hiç gitmese ne olacak. Peki tüm bunlar meseleyi hallediyor mu? Futbol sermayesinin bu tür önlemleri hayata geçirerek içine düştükleri açmaz nedir ona bir bakalım.

Bir kere futbol bir spor değildir artık, eğlence ise hiç değildir. Asıl taraftarı tribünlerden uzak tutup Amerikan tipi hamburgerci, pop-corncu, çoluk-çocuk, hanım-sevgili müşteri/seyirci profilini tribünlerde hakim kılarsanız maçlara gitmek bunların sadece seçeneklerinden biri olacaktır. Sinemaya gitmek, kafede oturup çay içmek, sirke gitmek, parka gitmek, bara gitmek, maça gitmek vb.

Sadece tuttuğu takımın maçı için bazen binlere varan kilometreleri, aç kalmayı göze alarak kateden; cebindeki son parayı, ciğerindeki son havayı bu uğurda feda etmekten kaçınmayan; adanmışlığı ve fedakarlığı kimliğinin bir parçası olarak takımına sunan taraftarı vitrinden kovmayı becerebilirseniz yerine, oturduğu yerin parasını ödeyen, antrakta (devre arasının adı artık böyle olacak elbet) büfelerinizde sunduklarınızı rahatlıkla yiyip içen, parasını verip lüks pisuvar ve klozetlere çişini yapan, tribünleri rengarenk kıyafetleriyle dolduran süslü konu mankenlerinin ilgilendiği son yer önündeki kocaman saha ve oradaki takımlar olacaktır artık. Öyle ya çocuğunun karnı acıkır gofret gazoz ister, karısının çişi gelir götürüp kapıda beklemek gerekir, beyefendi bunalır, efkarlanır; gidip arkada iki tek atmak ister vs.vs.. Öyle üç beş sirk maymunu kılıklı yıldız futbolcuyla ve

onların medyatik karıları ve sevgililerinin magazinel faaliyetiyle futbol seyircisi bile oluşturamazsınız sil baştan nerede kaldı taraftar. Ardından ise asıl büyük tehlike yani tutkunun kaybolması tehlikesi sizi beklemektedir artık.

Tutkuyu yitirdiğinizde sıradan pahalı bir mala çevirdiğiniz sirk aktivitelerinin ve süslü sirk palyaçolarının doldurduğu futbol takımlarının ardında ona tutkuyla bağlı hiçbir salak bulamazsınız. Tutku besleyicidir; Tutku üreticidir, yaratıcıdır; Tutku birbirini tetikler; Tutku rekabeti azdırır. Tutku bünyesinde küfürü de barındırır kavgayı da; Adanmışlığı da barındırır, ölmeyi de. Siz bunu korumayı beceremediğinizde yukarıda tarif edilen asıl taraftar kimliği söner ve elinizde paralı ama aynı zamanda da bol seçenekli bir seyirci kümesi kalır ki bunları sağlam müşteri haline getirmek o kadar da kolay değildir artık. Öyle takımın armasını her üstüne yapıştırdığınız boku püsürü bunlara eşşek yüküyle bir paraya kakalamak, süslü stadlarınızda sözde yıldızlarınızla sunduğunuz sirk gösterilerine çekmek, milyonlarca dolar yatırdığınız yayın haklarınızı satmak yuppie kılıklı dahi reklamcılarınızın, pazarlamacılarınızın bile kolay kolay becerecekleri bir iş değildir artık. Yani kurtulmak istediğiniz taraftar kimliği aynı zamanda size en çok lazım olanın ta kendisidir. Tıpkı organizmanın ihtiyacı olan oksijen gibi. Sizi besleyip yaşatacak da odur zamanı gelince öldürecek olan da…

Sözü Napoleon Bonaparte’ın bir sözüyle bağlayalım:

Süngüyle iktidar olabilirsiniz ama üzerinde uzun süre oturamazsınız

Hiç yorum yok:

Biz kimiz?

Biz, büyük olmayı "çok" olmak, önüne her geleni ezebilmek, görgüsüz hezeyanlarını tatmin için herşeyin ve herkesin alınıp satılabildiği ortamları yaratıp sonra da oradan beslenmek olan ve tapınılası tek değeri sadece ve sadece "güç" olarak görenlerin yer aldığı tribünün tam karşısında, Eto'o ların,Pluton'ların,Pakistan'lı bebelerin, Irak'lı dedelerin, Latin Amerika'lı işçilerin,siyahların-beyazların,kızılderililerin-eskimoların-çingenelerin,pazar malı ucuz beyaz pamuklusunun üzerine siyah şeritler diktirerek mahalle maçına çıkan veletlerin, o ucuz formayı o velete etiketini koymadan diken komşu teyzenin, topumuzu bize bedeli ruz-ı mahşerde ödenecek bir "borç" karşılığı veren bakkal amcanın, sözün özü "Halkın Takımı" yız.

İzleyiciler

online ziyaretçiler

Halkın Takımı Dergisi 1. sayı

Halkın Takımı Dergisi 1. sayı
Mayıs-2008

Halkın Takımı Dergisi 2. sayı

Halkın Takımı Dergisi 2. sayı
Temmuz-2008

Halkın Takımı Dergisi 3. sayı

Halkın Takımı Dergisi 3. sayı
Eylül-2008

Halkın Takımı Dergisi 4. sayı

Halkın Takımı Dergisi 4. sayı
Kasım-2008

Halkın Takımı Dergisi 5. Sayı

Halkın Takımı Dergisi 5. Sayı
Mart/2009
Web Stats