www.halkintakimi.com fanzinidir

24 Şubat 2009 Salı

5.SAYI...(OCAK- 2009)

İçindekiler...

Bizden...

Merhaba…

5. sayımızla birlikte yeni bir yılı karşılıyoruz.
Her ne kadar zaman izafi de olsa duygusal olarak umutlarımızı, beklentilerimizi tazelemek adına yeni bir yılı yeni bir başlangıç olarak kabullenme eğilimimiz yine ağır basmakla birlikte üç kağıt ekonomisinin parsa kapma savaşında iyice ezilen insanlık yeni yıla ne denli umutlu girebilir, taze başlangıçlara dair ne denli büyük umutlar besleyebilir bilinmez. Yine de çıkmadık candan ümit kesilmez diyerek yaşamayı sürdürmekten başka elimizden bir şey gelmiyor; gelmeli aslında ama gelemiyor işte. Bunun sorgulamasını umarım gelecekteki tarihçilere bırakmadan kendimiz yapabiliriz.

2008 ile birlikte (bir maç eksiğiyle) Süper! ligimizin ilkyarısı da sona erdi. Geçen sayımızda geminin kaptanını değiştirip salıverdik sulara, bakalım ne olacak? Diye sormuştuk; gördük ne olduğunu.

Uzun süredir dilaltından seslendirilen 2 büyük bırakma operasyonu söylentilerinin sıradan bir komplo teorisi olmaktan çıkıp komplonun bizzat ta kendisi haline geldiğini gördük.

Hocalarla, oyuncularla ve hatta yetersizliği tescillenmiş beceriksiz yöneticilerle uğraşırken bizler, altımızdaki sandalyeye nasıl tekme atıldığını gördük.

Takımını desteklemekten, sevdasını yüksek sesle dillendirmekten öte özvarlığında, mayasında taşıdığı halk genlerinin yönlendirmesiyle haksızlıklara isyan etme cesaretini göstermenin iktidar odakları tarafından nasıl cezalandırıldığını gördük.

Kısacası ateşi ve ihaneti gördük, görmeye de devam ediyoruz.

Peki; Beşiktaş taraftarı olarak artık sadece yüzeyi zımparalayarak, macun-boyayı tazeleyerek vaziyeti kurtaramayacağımızı, bize karşı oynanan oyunların piyonları, açılan tezgahların malları olmaktan kurtulup oyunbozan karşı taraf olmak gerektiğini ne zaman göreceğiz? Bu sayımızın kapak konusunu Şafak BATMAN bu çerçevede işliyor.

Her ne kadar endirek vuruş verse de hakem, Yumurtakafa Yılmaz (Yılgın) direk vuruşlarına devam ediyor. Attığı goller sayılmasa da olsun; gün gelir saydırırız.

Uluslararası FIDE hakem ve eğitmeni arkadaşımız Aykut İlker METE satrancın kuralları ve az bilinenleri hakkında derslerine devam ediyor. Cem ÖZEL atölyesinde, futbolun edebiyatı ve edebiyatçıların futbolu üzerine minik bir inceleme sunuyor bu sayıda.

Gökhan Gürgan ikişer aylık hatırlatma ve analizlerine, Bahattin Baba maceralarını anlatmaya, daimi konuğumuz Kenan ÖZCAN dostumuz ise bu kez taraftarı olduğu İnegölspor’un tribünlerinden seslenmeye devam ediyorlar.

Az ama öz çıkan ağır ses Murat YILDIRIM tribünlerimizde son zamanlardaki gelişmelere ilişkin analiz, eleştiri ve önerilerini sade bir Beşiktaş sevdalısı kimliğiyle dile getirmiş.

Hakan KİREZCİ ise en geriden uzun kale atışlarına devam ediyor. Bu seferki yazısında endüstriyel ahlakın reklamlar kanalıyla belletilmesi tehlikesine değinmiş.

Amatörlerimiz ara vermedikleri başarılarıyla ümitlerimiz olmayı sürdürüyorlar.Sağolsunlar amatör sayfamızı yine doldurmayı başardılar.

Dergimizdeki yazarlık serüvenine bayramda yaptığı huzurevi organizasyonunu bizlere anlatarak başlayan Emre YÜKSEL bu kez de Ümit BAYEZİT ağabeyinin hoşgörüsüne sığınarak söyleşiler sayfasına daldı. Tutana kadar da kaçtı gitti. Bu sayıda kendisinin Hentbol Takımımızın menajer yardımcısı ve BJK TV’ de yayımlanan 7 metre programını hazırlayan Berk KARAHAN’la yaptığı söyleşiyi sunuyoruz.

Mart ayındaki 6. sayımızda görüşmek üzere…




Yeni yılda yeni umutlara.../Şafak BATMAN

KAPAK KONUSU
İnce ince karlar
yağıyor İstanbul’un üzerine ve kapanıyor bembeyaz bir örtüyle 2008 ‘in karası. Bir yılı daha geride bırakıyoruz. Derinleşen ekonomik kriz, artan yoksulluk ve işsizlik oranı, yolsuzlukların alıp başını gitmesi, hak ihlalleri, dünyanın birçok bölgesinde süren savaşlar ve son olarak Filistin’de yaşananlar…

Beşiktaşımız yerine başkalarının kaldırdığı kupalar, futbol dışı etkenlerin, yoğun kulis ve lobi çalışmalarının değiştirdiği sonuçlar, adaletsizliğin dizboyunu geçmesi, ”Beşiktaş’lı duruşu” diye özetlediğimiz etik değerlerimizde yaşanan erozyonun iyice kendini hissettirmesi, tribünlerimizde yaşanan olumsuz gelişmeler…

Sanki üzerine Beşiktaş’ımın karası düşmüş kocaman bir yıl .

‘Kapkara geçiyor günler Hesabı yok Ekmeğin az Tuzun tadı yok Çocuklar Belki gülmüyor’

İnce ince karlar yağıyor İstanbul’a ve biz yeni bir yıla giriyoruz; çoğumuzun umutları kuşatılmış. Yaşanabilir, daha güzel bir dünya için güneşe akın edenlere;

“Umutların kuşatılmasın acılarımın
gözbebeği...
Bak! Bahar nasıl da hoyrat, dağlar nasıl da açmış kollarını;
görkemli bir ana kucağı gibi; kasırgalı vuruşlara hazır....

Nasıl da yükseliyor gökyüzüne......
Davran hele acılarımın gözbebeği, senin sesin yenilgi tanımaz;
Bu abluka dağılacak!!” diyor Hıdır Aslan.

Biz Beşiktaş taraftarlarının da bu sesi dinlemekten başka bir çaresi yok. Umutsuz yaşanmıyor çünkü… Umutlarımızın kuşatılmasına izin verirsek Beşiktaş’ımızın karası 2009’da da hakim olacak.

Oysa bahar nasıl da hoyrat…
Asi bir ruha sahip Beşiktaş taraftarının sesinin de yenilgi tanımadığını unutmamalı, yıllardır tek tek tuğlalar konularak örülen bu duvarın arkasında durmalıyız. Umutlarımızı kaybedersek, yıllardır bedel ödeyerek yaratılan “Beşiktaşlılık değerleri” ve tribün kültürümüzün temelden sarsılacağını bilerek hareket etmek durumundayız.

2009 bizi bekliyor…
Son dönemde iyice ayyuka çıkan “hakem hataları!”, yayıncı kuruluş ve endüstriyel futboldan beslenen diğer unsurların adaletsiz ve ayrıcalıklı davranışlarına karşı ses vereceğimiz günler bizi bekliyor.

Yaşanan adaletsizliklere karşı bu durumlardan fayda sağlamak isteyenlerle değil, bunun karşısında adalet ve eşitlik talebinde bulunanlarla birlikte hareket etmeli ve Beşiktaş’ımızın akı gibi günler için umudumuzu korumaya devam etmeliyiz.

Gökyüzünden süzülüp yerlere konan o ince ince karlarla taş gibi sert ve hiçbir güneşin eritemeyeği bir kardan adam yapmalıyız.

“kayalık sevdalar, dikenli yollar; pusu kurulmuş dinmez ağıtlar… yüzüne kapanıp ağlamak vardı oysa ben seni bulmaya geldim; kalbine güneşi asmaya geldim; tükenme”

Karşı Duruş.../Yumurtakafa YILMAZ

Kızgınım hem de çok kızgın.

Konuşmayı dinlemeyi anlamayı kavramak yerine sindirilmeyi kabullenenlere kızgınım…

Karamsar değilim, başta dediğim gibi kızgınım. her platformda BEŞİKTAŞ taraftarı yani camiamız ile özellikle uğraşıldığı için kızgınım.

Kapitalizm denilen bu ilkel yönetim biçimi “endüstriyel futbol” anlayışını egemen kılmak için her türlü zorbalığı kullandığı için kızgınım.

Bazıları “sen ne bekliyordun” diyebilir. Söz konusu olan benim ne beklediğim değil bu oyunlar için kullanılan insanların ne umduğudur…
Umutsuz da değilim hani, bunun nedeni bu Halkın bütün oyunları boşa çıkaracak aklı ve gücünün olduğunu bildiğimdendir. Sadece kızgınım; bizi, bizim seçtiklerimiz, bizim istediğimiz gibi yönetemediğinden kızgınım.

Bizi yönetmeye çalışanların da aslında başkalarına biat etmelerine, bu güzel Ülkenin sistematik bir şekilde başarılarının önünün kesilmeye çalışılmasına seyirci kalanlara kızgınım.

Hükümetler devlet sistemini korumak, halkın taleplerini belli Kanunlar çerçevesinde gerçekleştirmek için vardır. Bunları uygularken de çalışmak istedikleri ilgili bakanlıkları ve bürokratları yetkilendirirler. İlgili birimlerde sosyal çevrelerin birikimi ve görüşlerini dikkate alarak bir takım şeylerin önünü açar. Oysa şu anda yaşanan, kendisine muhalif olarak gördüğü tüm kurum ve kuruluşları imha etme veya ele geçirme çalışmasıdır.

Eski Milli Eğitim Bakanlarından birinin trajik bir sözü var;
“Şu okullar olmasaydı maarifi ne güzel yönetirdim.” Bu zihniyetin günümüze uyarlanmasının sonucu ise “ya bizden olursun ya da yok olursun. Bu aşamada yapılacak herşey bizim için mübahtır" düşüncesini alenen savunuyorlar. Bir nevi teokratik yapılanmanın alt yapısı oluşturuluyor.

İnsanları bir arada tutan unsur toplumsal dayanışma ve uzlaşı kültürüdür.

Toplumda var olan bu doğal yaşam biçimi adım adım dinamitlenmekte ve bireycil anlayışlar ön plana çıkarılmaya çalışılmaktadır. Statükoculuk ve onun getirdiği zararları ters yüz eden demokratik düşünce tarzı sistematik olarak eritilmekte, teokratik anlayışların önü açılmaktadır. Gerek ulusal bazda gerekse camia bazında şanlı ve şerefli bir geçmişi olan bizlerin toplumsal hareketin dinamiklerinden birini oluşturmamız birilerinin işine gelmemekte ve imha için top-yekün meşru ya da gayri meşru tüm kanallar kullanılmaktadır.

Tam da Avrupa Birliği falan derken karşımıza vahşiliğin daniskası çıkarılıyor ve fırsat eşitlikleri, aleyhimize fırsatçılık olarak sunuluyor. Sadece dışarıda değil içerde de bu bencil düşünce hakim kılınarak diğer camialara kıssadan hisseler dağıtılıyor. Bunca televizyon kanalı, gazete ve medya ne için var biliyor musunuz ? İşte bu yalanları size kabul ettirmek, sindirmek, ekmeğinizi aşınızı ve sevdanızı elinizden almak için var. Yeni dünya düzeni adı altında yoz bir kültür oluşturularak bencil bir toplum yaratılmak isteniyor. Kimin için ? Ne senin için ne de benim için; bize danışmadan bir don biçmişler, giydirmeye çalışıyorlar; oysa bu ülkenin evlatları bu planları yapanlara etek giydirecek haberleri yok…

Bizler gerek tribünlerde gerekse sokaklarda, tüm bu olanlar konusunda toplumu uyarma ve bir şeyler yapma çabası içerisinde olduğumuzdan bir imha politikası ile karşı karşıyayız.
Bir çok insanın, sivil toplum kurum ve kuruluşlarının ifade edemediği şeyleri ifade etmeye devam edeceğiz; kimsenin şüphesi olmasın. Çözüm sunmaya gücümüz yettiğince de varız.

Aha yine söylüyoruz;

1- Köy okullarının, öğretmenlerin, öğrencilerin kitap ve kırtasiye ihtiyaçları çığ gibi. Ders kitapları dışında okuyacak kitapları da yok; herkes seyirci. 3 Okulumuz, 1 köyümüz ve 1 mezramız var. Medyatik olmak bize uymaz ama tek duyarlı olan da yine biziz.

2- Birçok ülkede çocuklara ilkokulda yüzme dersi veriliyor, bizim üç tarafımız denizlerle çevrili
olmasına karşın çocuklarımız kanalizasyon çukurlarına düşerek boğuluyor.
3- Hava kirliliğini engellemek için belediyeler Türkiye’de çıkarılan kömürün şehirlerde satışını engelliyor ancak diğer tarafta seçim yatırımı olarak kendi eliyle dağıtımını yapıyor ve akciğer kanserini tetikliyor.

4- Ormanlar yakılarak imara, altın aramaya ve nükleer santral inşaatlarına açılıyor, idareciler “verelim kurtulalım” anlayışını sergiliyor.

5- Bir çok ülke tarım politikalarını geliştiriyor,
bizde ise ekmeyen köylüye destek, ekenlere de köstek olunuyor.

6- Dünya, çalışkan beyinlerini ödüllendiriyor.
Bizde ise ya intihar! ettiriliyor ya da uçakları kaza geçiriyor.

7- Ülkeler azalan su kaynakları için çaba sarf ediyor. Bizim dört bir yanımızdan su fışkırdığı halde kuraklık çekerek yağmur duasına çıkıyoruz.

Büyük İnsanlık
Büyük insanlık gemide güverte yolcusu
trende üçüncü mevki
şosede yayan
büyük insanlık.
Büyük insanlık sekizinde işe gider
yirmisinde evlenir
kırkında ölür
büyük insanlık.
Ekmek büyük insanlıktan başka herkese yeter
pirinç de öyle
şeker de öyle
kumaş da öyle
kitap da öyle
büyük insanlıktan başka herkese yeter.
Büyük insanlığın toprağında gölge yok
sokağında fener
penceresinde cam
ama umudu var büyük insanlığın
umutsuz yaşanmıyor.

Nazım HİKMET

İsyan.../Murat YILDIRIM

Sanıyorum epeyidir bir duyguya haksızlık etmekteyiz. Neredeyse, beşinciden sonra gelen altıncı kız çocuğu benzeri bir ihmale uğratmaktayız sanki. Tevekkül ile geçmekte ya yıllarımız. Sabretmekte, umut etmekte, ertelemekteyiz ya hep… Anlayışla karşılayıp, olgun davranmaktayız ya, şöyle bir durum çıktı ortaya; bir lokma için uygun bir ense arayanın aklına hemen biz geliverir olduk… Endüstriyel futbolun “terbiye etme” anlayışının mahkûmu oluverdik farkına bile varamadan…

Evet; “isyan” üzerine konuşmaktayım.

Sorumluluk anlayışını sosyalleştirip tribün geneline yaymak üzerine epeyi bir yol kat ettiği tartışmasız Beşiktaş taraftarının isyanı üzerine. Bilinçli bir taraftar kitlesi olarak varlığı ile takımına etkili bir destek sunan, gerektiği anda takımı ateşleyip harekete geçiren, kelimenin tam anlamıyla on ikinci adam işlevini gören bir taraftar kimliği bu sözünü ettiğim. Öfkesini kontrol edebilen, edemeyenler üzerinde etkili bir otokontrol kuran ve dolayısıyla destek olayım derken köstek olmanın önüne geçebilen… Lakin, bu vurgunun dozunu ağır kaçırıp terazinin öbür kefesini çok ihmal ediyoruz galiba. Beşiktaş İnönü stadı gelen her konuk takım için zevkli bir maç yapabileceği ortam haline gelmiş durumda sanki.

Beşiktaş taraftarının her kesim tarafından kabul edilen yaratıcı kimliği ile terazinin diğer kefesini de doldurmasının zamanıdır. Doğru protesto yöntemlerini bulup geliştirmek artık bir ihtiyaç haline gelmiştir. Hakaret ve tehdit içermeyen bir hiddete, şiddet içermeyen bir isyana ihtiyaç bulunmaktadır. Nasıl ki takıma verilen destek tüm stadın kolektif çabası ile işe yarar hale geliyorsa, yanlışlıklara karşı verilen tepki de ancak ortak bir tavrın, tek bir sesin eseri olursa muhatabına ulaşabilecektir. Protesto yöntemlerinin geliştirilip zenginleştirilmesi ve taraftar öfkesinin kabardığı anlarda uygulamaya konulmasının çok yönlü kazanımlar getireceği aşikardır. Öncelikle, taraftarın dev bir koro halinde, ortak aklın ürünü olarak ortaya koyduğu bir protesto kendi takımımız içinde bir kenetlenme sağlayacaktır. Bunun eksikliğini sanıyorum hepimiz fark etmekteyiz. En yakın örneği Sivas maçında yaşandı hatırlarsınız. Üç dört Sivas’lı oyuncu Serdar Özkan’ı taç çizgisinin üzerinde tartaklarken ne kadar az sayıda takım arkadaşının, ne kadar sonra kendisine sahip çıktıkları hiçbirimizin gözünden kaçmadı. Hele geçen sene Bursa maçı sonrasında Egemen’in yine Serdar Özkan’ı tokatlarken yanında bir tek takım arkadaşının olmadığını gösteren o fotoğraf karesini hatırlamak bile hüzün verici. Dolayısıyla, gol atılınca veya galip gelinince paylaşılan sevinç kadar, saha içindeki zor zamanlarında arkadaşlarına sahip çıkan bir dayanışma ruhunun hızla gelişmesi gerekmektedir. Bunu sağlayacak önemli unsurların başında aidiyet duygusu gelir. Yıllardır transfer döneminin şampiyonu olmak saçmalığı, oyuncuların ve taraftarın önemsediği ve benimsediği kimi futbolcuların insani ve mesleki değerler hiçe sayılarak gönderilmiş olmaları, kalanlar içinde bir çekingenlik ve mesafe duygusunun oluşmasına yol açtı. Binlerce taraftarın, takımın içine düştüğü zor zamanlarda ortak akıl ile hareket ediyor olması, futbolcuda da ciddi bir güven duygusunun oluşmasına katkı sağlayacaktır. Kendisini bulunduğu yere ait hissetmesini kolaylaştıracak ve bu aşınmanın giderilmesine yardımcı olacaktır...

Kolektif protestonun bir başka sonucu ise, bireysel tepkilerin azalmasını sağlamakta kendini gösterecektir. Böylelikle, hâkim olunamayan öfkenin bir sonucu olarak sahaya paraydı, çakmaktı ve hatta ayakkabıydı atmaya gerek kalmayacaktır. Bilinecektir ki, saha içinde yaşanan bir haksızlığın hesabı binlerce taraftarın tepkisi ile derhal sorulacaktır. Kendisine ve öfkesine hâkim olamayan birkaç kişinin, aylara hatta yıllara yayılan emekleri heba etmesinin büyük ölçüde önüne geçilebilecektir. Bireysel tepki gösterilerinin hiçbir işe yaramadığı herkesin ortak kabulü ise,
kendilerini ve öfkelerini kontrol edemeyen veya kahraman olmak isteyen bireylerin cesaretlerinin mutlaka kırılması sağlanmalıdır. Bunun en önemli yollarından birisi de bireyselliği reddeden ya da ona gerek bırakmayan kolektif tepki organizasyonlarıdır.

Ortak isyan ve protestonun gücü, herkesin haddini bilmesini de sağlayacaktır. Beşiktaş İnönü Stadında, on binlerce Beşiktaş taraftarının önünde hiç kimse, Beşiktaş takımının kaptanını tartaklamaya cüret ve cesaret edemeyecektir. Hiç kimse bu tür davranışlarla Beşiktaş taraftarını kışkırtarak, Beşiktaş’ı taraftarından kopartacak cezalara yol açacak bireysel öfke patlamalarından medet umamayacaktır.
Son zamanlarda, gerek bireyler üzerinde ve gerekse takım hakkında uygulanan ceza yaptırımları, bir ölçüde Beşiktaş taraftarının isyancı/protestocu yanını törpülemiş gibi görünüyor. Yeni cezalardan haklı olarak çekinen taraftar, saha içine dönük müdahalesini tek ayaklı yani takımına destekten ibaret olarak sürdürmekte. Oysa ki Beşiktaş taraftarı, ceza yaptırımına sebebiyet vermeyecek protesto yöntemlerini geliştirebilecek yaratıcılığa sahip. Haksızlıkların ve yanlışlıkların uygar bir tavır içinde hesabını sorabilmek için anında organize olabilmenin pratiği sağlanmalıdır. Bu eksiklik giderildiğinde, tribünde taraftar, saha içinde takım iki ayağının üzerinde daha sağlam durabilecektir.

Berk Karahan söyleşisi.../Emre YÜKSEL



Bu röportaj için Berk Karahan’ı seçmemin asıl sebebi kendisidir. Sıcakkanlı oluşu, insanlarla olan yakın diyalogu beni bu röportajı yapmama itti. Nasıl yapacağım , nasıl edeceğim derken ; günümüzün önemli araçlarından İnternet yetişti imdadıma. Berk Karahan ile daha önceden konuşmuşluğumuz zaten vardı. Konuyu ona açtım , seve seve yapabileceğini söyledi. Soruları hazırladım ve mail yolu ile kendisine ulaştırdım. En sonunda aşağıdaki metinler ortaya döküldü.Bu röportajın altından kalkabileceğimi düşünmüyordum aslında fakat ağabeylerimin desteği ile başardım sanırsam. Neyse daha fazla uzatmadan röportajla sizleri baş başa bırakayım diyorum. Haydi ! iyi okumalar.

Berk Karahan nasıl bir Beşiktaş’lıdır ve nasıl Beşiktaşlı Oldunuz ?
Bana bu onuru verdiğiniz için asıl ben sizlere teşekkürü borç bilirim. Klasik olacak ama herkesin Beşiktaş’lılığı kendinedir ve herkes kendine göre en iyi Beşiktaş’lıdır. Yani en iyi Beşiktaş’lı benim.

Beşiktaş’lı olmam ise gerçekten çok ilginç, çünkü ailemde hiç kimse Beşiktaş’lı değil. Babam küçükken Fenerbahçe, dedem ise Galatasaray maçlarına götürürmüş ama ben siyah beyaza gönül vermişim. Kaldı ki evde annem ve ablam da Galatasaray’ı desteklemekte, zaman zaman bana da baskı kurmaktadırlar. Anne ve baba tarafına baktığımızda daha da ilginç bir rakam var. “0…” Evet bizde hiç Beşiktaşlı yok benden başka. Sanki mucize çocuk gibiyim ki hayat hikayemde Beşiktaş’lı olmam kadar enteresan.

İyi ki Beşiktaş’lı olmuşsunuz ve bize bu kadar iyi bir Beşiktaşlı ile tanışma fırsatını vermişsiniz; ne mutlu size , ne mutlu bize… Spora ilginiz nasıl başladı; Hobileriniz ve ilgi alanlarınız neler ?

Öncelikle spora başlangıçta ailenin rolünü belirtmek istiyorum. Bu anlamda kendi ailemde a-z’ye herkesin sporcu olması çok önemliydi. Annem ve babamdan tutun da teyzemlere, kuzenlerime kadar herkes milli sporculuktan milli antrenörlüğe kadar çeşitli branşlarda Türk sporuna hizmet etmişler ve sporun güzelliklerini öğrenmem için 5 yaşındayken beni jimnastiğe başlatmışlar. Bunu takip eden yıllarda yüzme, hentbol ve basketbol sporlarına eğitim amaçlı katıldıktan sonra STFA kulübünde ilk basketbol deneyimlerimi yaşadım. Kendimi bildim bileli sporun içerisindeydim anlayacağınız. Baksanıza işim, aşkım, yaşantım ve eğitimim hatta okuduğum üniversite bile sporla bağlantılı.

Hobilerim ise takdir edersiniz ki genellikle spor ile alakalı.Özellikle yazın üst seviyeye çıkan yüzme ve sörf aşkı geçtiğimiz yaz dalış tutkumu öğrenmemle beraber denizin altını keşfetmek için inanılmaz bir istek uyandırdı bende. Bunların dışında seyahat etmek ve herkeste olduğu gibi uçsuz bucaksız internet gezintileri vazgeçilmezlerim arasında.

Eski basketbolcu olduğunuzu biliyoruz. Bize biraz Basketbol hayatınızdan bahseder misiniz ?
Basketbola ilk olarak STFA kulübünün spor okulunda başlamışım.Tabii buradaki tercih salonun evimize çok yakın olmasıymış ancak zaman içinde fiziki yapımın hızla gelişmesi ve oyun zekamın oluşması (ilk antrenörüm öyle derdi) STFA salonunun bana küçük gelmesine neden olmuş. Tam o sırada Galatasaray’dan gelen teklif özellikle annemi sevinçten havalara uçururken bana pek de cazip gelmemişti. O yıllarda Beşiktaş ise antrenmanlarını şu an 2 adet gökdelenin bulunduğu Fulya’da yapıyordu. Beşiktaş’la 2 hafta antrenmana katıldıktan sonra ulaşım sorunu sebebiyle Taçspor’a transfer oldum. Yıldız ve genç takım seviyelerini bu kulüpte oynadıktan sonra lise son sınıfta Taçspor A takımı kadrosuyla 2.lig müsabakalarında yer aldım. Yine aynı dönem Genç Milli Basketbol takımımızın aday kadrosunda mücadele etme zevkini yaşadım. Ancak ardı ardına gelen sakatlıklar sebebiyle aktif spor yaşantımı noktalamak zorunda kaldım.

Beşiktaştaki Hentbol Maceranız Nasıl Başladı ?
Bundan tam 7 sene, önce 2001 ekiminde kulübün kapısından ilk içeri girdiğimde 17 yaşında bir çocuktum. Ne iş hayatını biliyor ne de insanlarla konuşmayı. Düşünsenize.. Liseden mezun olmuş ve üniversite sınavında aradığını bulamamış bir çocuk. Tabii ki o yıllarda kulübe ofis boy olarak girmiştim. Hentbol şubesinde getir götür işleri yapıyor, bir yandan basketbol hayatımı sürdürmeye bir yandan, üniversite sınavına tekrar hazırlanmaya ve öte yandan da ailemin geçimini yapmaya çalışıyordum. Ardından her geçen yıl bir önceki yılın tecrübesini yutarak basamakları tırmanmaya başladım. Önce Marmara Üniversitesi Spor Akademisi Antrenörlük Bölümünü kazandım, ardından 8.ayımda terfi ederek şu anki görevime getirildim. Bu yaşıma rağmen ardımda bıraktığım her bir gün ile Beşiktaş Kulübüne yaptığım hizmetlerden dolayı gurur duyduğumu belirtmek isterim. Bu 7 seneye öyle anılar sığdırdım ki anlatmakla tükenmez.
Hentbol Takımımızın bu seneki durumunu nasıl görüyorsunuz ?
Öncelikle takımımızın miladı diyebileceğimiz bir süreci kısaca süzmek ve bu dönemi bilmek zorunda olduğumuzu düşünüyorum.Bu süreçte en önemli başrol 16 senelik kaptanlığı boyunca tek madalya bile alamayan ancak menajerliğe başlamasıyla beraber tüm kupaları ardı ardına havaya kaldırma mutluluğunu bizlere yaşatan Bilal Eyüboğlu’na aittir.Bu sezonda geçtiğimiz 4 sezondaki gibi Beşiktaşlılara layık ve adam gibi adam olan sporcu ve antrenörlerle yola çıktık.Geçen sezon kıl payı kaçan şampiyonluğu tekrar sizlere armağan etmek için takımımıza 3’ü yabancı toplam 5 oyuncu takviyesi yapıldı.Bu sporcular minimum çift haneli rakamlarda kendi ülkelerinin milli formalarını giymiş ve önemli şampiyonalarda madalya şerefi yaşamış sporculardır.Sezon başından bugüne kadar geçen süreçte ise takımımız Türkiye Kupası 1.Turunda oynadığı 3 maçta tüm rakiplerini mağlup etmiş ligde ise oynadığı 5 karşılaşmanın tamamından galip ayrılmıştır.Sonuna kadar inanıyorum ki mayıs ayında oynanacak olan playoff müsabakaları sonuncunda ekibimiz tekrar zirveyi teslim alacaktır.

Amatör branşlarımız sizce yeterli durumda mı ve geliştirmek için hangi yollara başvurulmalı ?
Şunu belirtmek isterim ki Beşiktaş Türk spor tarihinde her zaman lokomotif konumunda olmuştur. Tabii ki diğer büyük kulüplerimizde aynı şekilde Türk sporuna yön vermişlerdir ancak faaliyet gösteren branşların çeşitliliğine baktığımızda Beşiktaş’ın daha farklı bir yerde olduğunu görmemiz gerekir. Takım sporlarına baktığımızda hentbol şubesi ne Galatasaray’da ne de Fenerbahçe’de yoktur. Belki bizden çekindiklerinden belki farklı sebeplerden bu branşta yoklar ama hentbolü hak ettiği noktaya getirmemiz için bu iki ezeli rakibimizi ve ebedi dostumuzu hentbole kazandırmalıyız. Beşiktaş olarak amatör branşlarımızı geliştirmek istiyorsak yapılması gereken en önemli şey her takımımızı şirketlere isim hakkını korumak şartıyla satarak mali olarak bu yükü azaltmak olmalıdır. Bugün İspanya’nın köklü kulübü Barselona bile hentbol takımının hakları bir şirkete devretmiştir ancak baktığımızda bu takım her sezon liginde ilk 3 sırada yer alan, Şampiyonlar Ligi’nde en kötü yarı final oynayan ve sekiz bin kişilik hentbol salonunu fazlasıyla dolduran bir takım. Ayrıca Barselona’da bizdeki kadar fazla branşta yok. Sadece futbol, hentbol, basketbol ve hokey takımları var. Buna rağmen futbol haricindeki tüm branşların bütçeleri satıldıkları şirketler tarafından karşılanıyor ve bunu yapan dünyanın en zengin kulüpleri listesine her sene ilk 5’te olan Barselona. Hani İnönü çimlerinde yatan..

Takımımıza tekrar başarılar diliyoruz. Taraftar konusunda şikayetleriniz var mı ? Varsa neler ?
Taraftar konusunda şikayet demesek bile biraz sitem ve burukluk var diyebiliriz.O da tabiiki kulübümüzün en başarılı,galibiyet yüzdesi en yüksek olan hentbol takımını yalnız bıraktıkları için.Ancak bu sözüm bizleri desteklemeye gelen taraftarlarımıza değil.Burada altını çizerek belirtmek istiyorum ki bu konuda Halkın Takımı bizler için en önemli itici güç konumunda.Özellikle İzmir ve İstanbul’da oynadığımız maçlarda müthişler.
Geçen sezon 9’da 9 giden İzmir’i İzmir’de hem de oldukça eksik bir kadroyla yenmemizi sağlayan yine onlardı. Sonuçta tiyatro, seyircisi olmadan hiçbir anlam ifade etmez..

Biz de size katılıyoruz tabiİ… Hentbol’ün amatör branşlar arasındaki yeri sizce nedir ?
Yanlış anlaşılmasın ama hentbol Beşiktaş Kulübünde takım sporları içerisinde en fazla kupayı kaldırmış ,en iyi galibiyet yüzdesine ulaşmış tek branş. Özellikle 2004 – 2005 sezonunda oynadığı 22 lig, 5 Türkiye Kupası,1 GSGM Kupası ve 12 özel müsabakanın tamamından galibiyetle ayrılarak imkansızı başarmış bir şubeden söz ediyoruz. Bu başarıyı takip eden yıllarda buna, Avrupa’da ilk 16 ve daha nice namağlup şampiyonluklarda eklendi. Avrupa’da ilk 16’ya başarı dememin sebebi ise Avrupada’ki rakiplerimizin on binlere ulaşan taraftar sayıları ve milyon dolarlık bütçeleridir.

Endüstriyel futbol hakkında düşünceleriniz neler ?
Baktığımızda sadece futbolun değil bugün hemen hemen bütün branşların futbol gibi çılgın paralara hükmettiğini görebiliriz. Bu anlamda sponsorların ve medyanın bu sektöre daha fazla destek olmaları hiç şüphesiz bu pastayı daha da büyütecektir ancak bu büyümenin sağlıklı ve planlı bir şekilde kontrol edilmesi gerekmektedir. Beşiktaş olarak ele aldığımızda bu pastadaki payımızı büyütmek için ismimizi markamızla ve başarılarımızla büyütmeli ve taraftarımızı buna ortak etmeliyiz. Ne kadar talep alırsanız o kadar büyürsünüz. Yani taraftar ne kadar ilgi gösterirse o kadar sevilirsiniz. Burada taraftara düşen en büyük görev kombine kart alarak takımına destek olmaktır. Buna gücü yetmiyorsa eğer en azından bir atkı alıp yinede kulübüne katkıda bulunmalıdır.

Tabii ki de…Atkı taraftarın isyanıdır… Atkısız olmaz. Sizce endüstriyelleşme hentbola da yansımış durumda mı ?
Türkiye’de şu an için bunun örneklerini pek göremiyoruz ama avrupaya baktığımızda akıllara durgunluk verecek örnekler var. Mesela Almanya’nın Kiel takımında forma giyen Nikola Karabatiç’in yıllık kontratı tam yedi yüz seksen bin euro. Reklam ve sponsorluk gelirleri ise bir
milyon euro civarında. Almanya’da her hentbol takımı sezon başında kombine bilet satışlarından ciddi gelirler elde ediyorlar. Tabii bu durum ve bu rakamlar sadece Almanya’ya has değil. İspanya, Danimarka, İsveç, Norveç, Macaristan gibi ülkeler de Almanya’daki rakamlara yakınlar. Bu rakamları Türkiye’de duymamız mümkün değil. Avrupa’da takımların bütçeleri milyon eurolarla telafuz ediliyor ve maçları naklen yayınlarla tüm ülkeye veriliyor. Taraftar ise farklı bir konu. Bu seneye kadar gördüğüm en az seyircili Avrupa kupası maçında rakibimiz kendi sahasında iki bin kişiye oynamıştır sanırım.

Bunlar gerçekten önemli konular. Biz ise 100 kişiyi zor topluyoruz. Neyse geçelim Futbol’a; Futbol takımımızı nasıl buluyorsunuz? Ligdeki gidişatı hakkında düşünceleriniz neler ?
Fazla söze gerek yok sanırım.Mustafa Denizli şampiyon yap bizi...

Bu yönetim ile biraz zor gözüküyor fakat Güzel günler yakındır elbet . Halkın Takımı sitesi hakkında neler söylemek istersiniz ? Sizi bir ara aramızda görüyorduk , fakat sonra göremez olduk. Geçtiğimiz yıllarda hentbol takımımız hakkından her hafta çeşitli bilgileri sitenizde sizlerle paylaşıyordum. Ancak BJK TV’de almış olduğum görevlerle beraber pek boş vaktim kalmayınca üzülerek yazılarıma ara verdim.

Okurlarımıza iletmek istediğiniz son bir mesaj var mı ?
Hentbol takımımızı yalnız bırakmayın.Onlar sizlerin desteğini fazlasıyla hak ediyorlar.

Teşekkürler…

Yarin yanağından gayri her yerde... hep beraber.../Ümit BAYEZİT

Gönüllerin şampiyonluğunda açık ara önde olan çArşı olarak kâh Kazdağlarını delmek isteyenlere attık gollerimizi, kâh yerel yönetimlere; kâh bakanlıklara attık, kâh sahtekarlara, hırsıza, huysuza, uğursuza…

Gönüllerde ki şampiyonluk kolay gelmedi…
Saha parsellenmişti artık. Refleks kaabiliyeti artmış, bölgesellikten uzak genele yayılmış bu tavır iyinin, doğrunun, güzelin, mazlumun yanında kolayca yer alabilmekteydi.

Yerel birikimin ses bulduğu noktalarda çArşı ….. da kArşı deniliyordu artık her yerde.

Kâh emekçinin gardına destek oluyordu meydanlarda, Kâh yaşlıların yüzünde tebessüm oluyordu huzurevlerinde; hatırlanmak istedikleri anlarda…

Tam saha presle dahası kovalanırken; çağrı bu kez çoook uzaktan, YILMAZ (yumurtakafa) YILGIN kaptandan geldi:

''Forvetler hazır; bu kez uzun atın pasları; VAN'daki yavru kartallar desteğinizi beklerler…''

Bu kez yerel değil genel hareket etmek gerekiyordu, organize olmak gerekiyordu. Katılım büyük olmalıydı amaca ulaşmak adına.
Yapılan ilk atak gol olmasa da gönüllerde hoşluk yüzlerde tebessüm yaratmıştı.

Peşinden kısa sürede ikinci atak geldi.
Daha organize ve daha katılımcıydı ancak gole yetmiyordu çabalar.

Biz BEŞİKTAŞ taraftarıyız.
Daha iyisini yapabilmeliyiz; yaparız da…

Kaptan gaz veriyor pes etmemize fırsat bırakmıyordu:

''Dost yüzüne tebessüm de ibadettir…''

Dört yanda mücadele veriliyor yavru kartalların
İhtiyaçları toparlanmaya çalışılıyordu.

Emek veren destek olmak isteyen herkes çabalıyor ancak VAN'daki forvetlere gol pası etkili şekilde ulaşamıyordu.

Topu forvetlere hızlı ve etkin bir şekilde aktaracak bir orta saha lazım derken…

kapıverdi 10 numaralı formayı ve ''Ben bu formayı bir kuruş almadan giyerim'' dedi.

Gönlümüzdeki yeri ayrıdır gayri Yurtiçi Kargo'nun;
sağ olsunlar var olsunlar…

Şimdi birlik olma, BEŞİKTAŞ taraftarının gücünü gösterme vaktidir.

''YARİN YANAĞINDAN GAYRİ HERŞEYDE HEP BERABER'' dedik bir kez…

Yavru kartallar VAN'dan destek bekliyorlar.

“SİYAAH !” haykırışlarına dostlarımızın “BEYAZ ULAN!” diyebilmek için, dost yüzüne tebessüm için bir el de sen
Ekonomi dediğin iki uçlu bir değnek (ti)…
Bir ucu üret diğer ucu tüket.
Ne zaman üretmeden tüketen aracı tayfası dahil oldu sürece, bizim değnek kırıldı da kırıldı. Birçok kıymık çıktı ortaya. Neydi bu aracı tayfasının marifeti derseniz “Siz üretin biz satarız” dan ibaret basit bir eylem. Üretmeden tüketen ve karşılığında komisyon alarak sermaye biriktiren bu sınıf gitgide elinde şişen birikimini tüketimi körükleyip üretimi zorlayarak tolore etmeye kalksa da doğal bünyeye yaptığı bu müdahaleyle dengesi bozulan ekonomi bu uru daha fazla taşıyamadı. 20. yüzyılın ilk çeyreğinde bir kere, ortalarında bir kere daha olmak üzere iki kez patladı. (1. ve 2. Dünya savaşları). Tıpkı şişen bilgisayarınızı resetleyerek kurtaramaz hale geldiğinizde yaptığınız formatlama işlemi gibi, herşey silbaştan oldu.

Yüzyılın sonlarına doğru kapitalizm yeni biçimine evrildi. Emperyalizmin son moda bu giysisinin adı globalizm, yani üç kağıt ekonomisi. Nedir bu üç kağıt ekonomisi? Borsa kağıdı-Faiz kağıdı ve Döviz kağıdı. Bu sayede sermayenin son derece dinamik bir biçimde el değiştirme hızı kazanmasıyla adına küçük yatırımcı denilen martıların ellerindeki üç kuruşa da bu üçkağıtla göz dikti kapitalizm. Üretimle neyin uğraşmaktan daha kolay, manipülasyona daha elverişli ve karlılığı üstdüzeyde bir sistem. Neden martı diyorum. Balıkçılar gırgır ağlarını toplarlarken birkaç ton balık ana torbada vıcır vıcır oynaşırken içinden sıçrayan önemsiz miktarda balık çevrede uçuşan martılarca toplanır. Onlar balıkçılar sayesinde beslendiklerini sanırlarken bilmezler ki kaynakları çatır çatır sömürülüp tüketilmekte. Şimdi kolayca buldukları birkaç beleş balığa kanıp deryadaki asıl madenlerinin çalındığını görememekteler.

Kapitalizmin bu saadet zinciri de artık kopma sinyalleri vermeye başladı biliyorsunuz. Bu üçkağıt ekonomisinin pisliği bizlerin karnımızı doyurduğumuz ve adına reel ekonomi denilen asıl üretim-tüketim ekonomimizi de vurdu ama maalesef geçmedi. Bunu temizlemenin tekyolu görünüyor artık “savaş ekonomisi” Yani 3. ye hazır olalım ve Einstein’in şu sözünü hatırlayalım. “3. Dünya savaşı nasıl olur bilemiyorum ama 4. Dünya savaşının taş ve sopalarla olacağını iyi biliyorum…”

Şimdi bu arsızlığın bazı yansımalarına dikkat çekmek istiyorum. Yani konuyu biraz düze, gündelik hayatımıza indirelim.

Reklamlar;
Geçmişte birara değinmiştim. Bir mutfak araç gereçleri reklamında reklam sloganı şöyle kurgulanmıştı. “Siz bu mutfağa layık olabilmek için neler yapardınız?..” Bu ahlak düşkünlüğü aslında bizleri nerelere taşımakta bir görelim. Japonların bir oyuncağı vardı bir dönemler hala var mı bilmiyorum. Minik bir elektronik zımbırtı; neymiş? Kedi köpek besliyorsun. Ya da bitki ya da balık ne bileyim. Belli saatlerde mamasını vereceksin, çişini yaptıracaksın, uyutacaksın vs.vs. İyi bakmazsan ölüyor chip kurusu. Geçenlerde TV de gördüm, koca bir köpek pazarlıyorlar. Birebir boyutlarda bildiğiniz oyuncak köpek. İngilizce olmak şartıyla komutları dinliyor. “Speak” diyorsun “Hav” diyor. Kemiği burnuna tutunca (Bu arada kemik de sahte tabii) koklayıp sonra ağzına alıyor. Kuyruk sallıyor vs.vs. Ne güzel… Yemesi yok, içmesi yok; gürültü yaptı derdi yok; kenesi, piresi yok; tüyü dökülmez. Ölmez ki üzülesin; bozuldu mu al yenisini. Sahte hayvanlara sahte sevgiler…

İşin başka boyutları da var. Bu kez bir inşaat şirketi reklamı. Boğazda oturuyorsun mis gibi ana!... Köprü uçup gidiyor. Ağaçlar gidiyor. Camii gidiyor. Tekneler gidiyor. Fonda yatakodası sesiyle bezirganın biri sesleniyor bizlere. “Boğaziçini ne yapacaksınız artık aynısı falan yerde fişmekan sitesinde. Aha buyrun size çakma boğaziçi…” Antalya’da Ruslar bir otel yaptılar. Yedi yıldızlı. Yok Kızkulesi, yok Venedik kanalları, yok Pizza kulesi…

Hele bir meyve suyu reklamı var ki tam anlamıyla zirve.
Çocuk meyve ağaçlarını görüyor, canı istiyor ama olmaaz… Ağaç tehlikeli, ağaç pis, ağaç dışarılarda, ne idüğü belirsiz doğanın ta göbeğinde. Oysa falanca meyve suyu size öyle bir ürün sunmakta ki ağaçtaki meyveden daha iyisi, daha gerçeği! Ver parayı al iç işte. Ne işin var ağaçların tepesinde. Düşer kırarsın bir tarafını. Hem karton kutularda ki bizim ürünümüz daha doğal! Çüüşşşş. Ayrıca da Yuh.

Herşey hızla tüketildi, bitirildi ve bitirilmekte. Sevgiler ehlileştirilip yöneldiği hedefler sahteleştirilmekte. Takımını seven taraftar bile evinde kedi köpek besleyen hayvanseverler kadar demode ve çevre için rahatsızlık verici kabul edilmeye başlandı. Onlara sevdalarının birebir çakmaları sunulmakta ki sevgilerde o yöne evrilsin, kimseciklere bir zararı dokunmadan akıllı uslu sevmelerini icra edip ceplerindekileri sökülsün. Çünkü çakma sevda objeleri son model ileri teknoloji endüstriyel ürünler olduklarından masrafları ve maliyetleri de yüksek oluyor haliyle.

Bütün bunlar tezgahlanıp ince ince kurgulanırken, pireler berber ve develer tellal kadrosunda sanatlarını şevkle icra etmektelerken, birileri çıkıveriyor ortaya gündoğdu diyerek, orijinal sevdalarıyla; bayrak açıp yürüyor, bağırıyorlar, dövüşüyorlar…

Diyorlar ki; Alın kupalarınızı başınıza çalın.
Diyorlar ki; Hak, adalet, müsavat
(eşitlik)…
Diyorlar ki; Şerefli ikincilik…

Diyorlar ki; Hakkımız… Şerefimiz…
Diyorlar ki; Siz o yandaysanız biz bu
yandayız…
Diyorlar ki; Son barikati
geçemeyeceksiniz…
Ve diyorlar ki;
Alın son model oyuncaklarınızı, borazanlarınızı… Alın köpeklerinizi, bekçilerinizi, büyüklerinizi, küçüklerinizi… Şifreye, kilide vurun sevgilerinizi… Defolun gidin ulan…

Biz; Aşkımızın bembeyaz kalması uğruna Hepimiz siyahız ulan…
ÖLÜMLE YAŞAMI AYIRAN ÇİZGİ
SİYAHLA BEYAZI AYIRAMAZ Kİ…
Ayırabilir m
i?


Erhu'nun sesi İnegölspor taraftarının sesidir.../Kenan ÖZCAN

Çinliler'in kendilerine münhasır bir kültürleri vardır. Hikayeleri, efsaneleri, edebiyat ve sinemaları ile dünyada özel bir yere haizdirler. Ancak beni en çok etkileyen üretimleri, müzikleridir. Hele ki şu "Erhu" denen çalgıları yok mu, adeta büyülenmişlik,
dünyanın dışına çıkaran bir esriklik duygusu uyandırır dinleyenlerde...

Dünya üzerinde bu derece acıklı, yürek kanatan, yaralayıcı bir sesi çıkaran ikinci bir müzik enstrümanı olduğunu zannetmiyorum. Erhudan yükselen nağmeleri duyduğunuz andan itibaren, bulunduğunuz yerde kalamazsınız asla. Geçmiş, gelecek, yaşanmışlıklar yaşan(a)mamışlıklar, hayallerle yüklü düşüncelerin okyanusuna salmıştır çünkü daha ilk tınısından kelli erhu sizi...

En neşeli,mutluluk hislerini yansıtıcı iddiasında olan melodiler dahi yumuşayarak, hafif bir melankoli ile harmanlanarak ulaşır erhudan kulaklara...

İşte İnegölspor tribünleri, erhunun sarhoşluğundan kurtulamamıştır asla. Beklentiler, şehrin ve kulübün potansiyeli; yönetici durumunda bulunanların hedeflerinden yukarıda olmuştur her zaman.

İnegölspor tribünleri yıllarca, bulundukları ligin üzeri kalitede topçuları izlemiştir. Bu oyuncular ise yönetim basiretsizlikleri nedeniyle hep üst liglere yol almışlar fakat takım daima altlarda debelenmeye mahkum olmuştur. Örneğin şu an Süper Lig'de boy gösteren Umut Bulut, Ayhan Akman, İsmail Güldüren, Gökhan Güleç, İbrahim Dağaşan, Metin Akan, Şener Aşkaroğlu ve bunların haricinde ondan fazla topçu İnegöl İlçe Stadı'ndan parlattılar yıldızlarını ilk olarak.
Bunlara gol krallıkları yaşamış Okan Yılmaz ve daha bir çok TFF 1.Lig ve eski Süper Lig topçusunu eklersek, sadece son 10 yıl içinde İnegölspor'un kaybettiği değerleri belki anlatabiliriz.
Bu durum da coşkunluk-durgunluk, büyük sevinçler-hüzünler, zafer sarhoşlukları-hep bir
yerlere gelip, ileriye gidememeden doğan hayal kırıklıklarını iç içe yaşatmıştır İnegölspor taraftarlarına.

Erhudan yükselen iç burkuntusu-coşkunluk tınılarının kucaklaşması emsali duygular yaşar İnegölspor seyircisi.

İşte, eğer bir gün İnegölspor Marşı yazılacaksa, bu mutlaka erhu ile dile getirilmeli. İnegölspor taraftarının yaşadığı hayal kırıklıklarını başka hiç bir insan icadı erhu kadar bire bir dillendiremez çünkü...

Halkın Takımı Amatörlerimiz

DAMALI KARTALLAR ŞAMPİYON…

Satranç Takımımızın sporcuları katıldıkları özel turnuvalarda şampiyonluğu kimseye kaptırmadı. 28 – 30 Kasım tarihleri arasında İzmir Halkapınar Spor Tesisleri’nde yapılan ve 100 kişinin katıldığı İzmir Şampiyonası’nda sporcumuz Fethi Apaydın birinci oldu.

İskenderun’da 1 – 4 Aralık tarihleri arasında düzenlenen Milli Eğitim Türkiye Satranç Şampiyonası’nda yıldızlar kategorisinde mücadele eden Cankut Emiroğlu şampiyonluğu kazanırken… Mert Yılmazyerli gençler kategorisinde birincilik elde etti.

7 – 13 Aralık’ta Feshane’de düzenlenen İstanbul Şampiyonluğu’nda şampiyonluğu sporcularımızdan Erhan Tanrıkulu kazanırken, Tutku Kahraman Maraşlı dördüncü oldu.

Kutlu olsun kartallarımıza…






JİMNASTİKÇİ MİNİKLER DE ŞAMPİYON

28-30 Kasım 2008 tarihleri arasında Bulgaristan'ın Burgaz Şehrinde düzenlenen 1. Chernomoretz – Burgaz Ritmik Jimnastik Turnuvası' na katılan Ritmik Jimnastik Takımımız, 19 ülkenin yer aldığı turnuvayı Minikler kategorisinde şampiyon olarak tamamladı.

Jimnastikçilerimiz'den Dilara Ünbay, top ve serbest stilde birinci olurken İrem Özdoğru, lobutta birincilik kazandı. Selin Mutluç, serbest stilde ikincilik elde ederken, İpek Vardar top kategorisinde, Şule Süleymanoğlu ise lobutta üçüncü olarak Ritmik Jimnastik Takımımızı takım halinde birincilik kürsüsüne taşıdılar.
Turnuvayı Ukrayna ikinci, Bulgaristan ise üçüncü sırada tamamladı.

Civciv kartallarımızı kutluyoruz…

MASA TENİSİ GERİ KALIR MI?...

Masa Tenisi Takımımız, 27-28 Aralık tarihleri arasında Tozkoparan Spor Salonu'nda yapılan İstanbul İl Birinciliği müsabakaları sonucunda, rakiplerini yenerek İstanbul Şampiyonu oldu.

İstanbul İl Birinciliği'nde Akpınar'ı yarı finalde eleyen Takımımız, finalde İstanbul Büyükşehir Belediyespor ile karşı karşıya geldi. Siyah-Beyazlılarımız, müsabakayı 3-0 kazanarak İstanbul Birinciliği'ni elde etti.

Masa Tenisi Takımımız, Süper Lig'de de güçlü rakibini 4-3'lük skorla mağlup etmeyi başarmıştı. Bu arada ilk devresi tamamlanan Süper Lig'de 4. sırada yer alarak ilk 8 içine giren Masa Tenisi Takımımız, 28 Şubat'ta başlayacak play-off'larda mücadele edecek.

Bileğinize sağlık çocuklar…

Analiz.../Gökhan GÜRGAN

BEŞİKTAŞ SİVASSPOR
Yeni teknik direktör Mustafa Denizli ile 8. haftanın açılış maçına çıkacak olan lider Beşiktaş’ta moraller yerindeydi. Süper Lig’te, Anadolu’nun parlayan yıldızı Sivasspor karşısında üç sezon boyunca kendi evinde mağlup olan Karakartal bu kez umut doluydu.Tribünlerde 30 bine yakın taraftarımızla maça başladık.

Sağ kanattan başlayan Sivasspor akınında yapacağı hamlede saniyelerle geç kalan Zapo, altı pas önünde topla buluşan Mehmet Yıldız’ın golünü bizimle birlikte seyretti. Eğer Sivasspor gibi mücadele etmeyi seven bir takım karşısında ipleri elinize çabucak almazsanız, böylesine ucuz bir hatayı yapıp yenik duruma düşerseniz, Dolmabahçe’den üç senedir galibiyetle dönen takımın hırsına katkı sağlamış olursunuz. Bu klişe kural futbolun içinde her daim olacaktır.

Yenilen golden kısa bir süre sonra ise ceza yayı üzerindeki klas paslaşmalar ve Delgado’nun düzgün vuruşu ağlarla buluşunca beraberlik geldi. Beraberlik golü sonrasında akıllarda kalan tek gerçek; Beşiktaş’ın kendi evinde hangi takıma karşı oynarsa oynasın, koordinasyon sağlayınca pozisyonlara girebilme potansiyelidir. Nitekim ilk yarım saatte Sivasspor’un üstüne orta alandan itibaren oyun kurarak yüklenmeye başlandıysa da son vuruşlarda Delgado’nun şutları hariç, bitiricilik olmayınca Sivasspor’un direnişini, oyunu soğutmasını, ani kontralarını engelleyemedi.

İkinci yarıya mutlak gol için çıkan Beşiktaş gol üstüne gol kaçırdı. Nobre’nin müthiş uğraşları ile pozisyon yaratması, Delgado ile verkaçları alkış alsa da başka gol gelmedi ve Beşiktaş İnönü’de 1-1’lik skorla ilk puanını kaybetti.

KAYSERİSPOR-BEŞİKTAŞ
Süper Lig’in 9. haftasındaki rakip Kayserispor’du. Bu sezon Fenerbahçe’yi Kadıköy’de 1-4 yenip, Galatasaray’a kendi evinde puan kaptırmayan Kayserispor’un Beşiktaş ile yapacağı maç; Mustafa Denizli’lin namağlup takımı için özgüven tazeleme anlamı taşıyordu.

Başlama düdüğüyle birlikte iki takımında dengeli, tedbirli bir stilden yana olduğu gözlemlendi.Karşılıklı ataklar, hata kollama ve rakibi oynatmama düşüncesiyle başlanan müsabakanın ilk devresi golsüz beraberlik sonlandı.
İkinci yarıda orta alanda topu ayağında tutup, organize olmak isteyen Beşiktaş’a karşı küme halinde pres uygulayan Kayserispor, Beşiktaş’ı kaleye yaklaştırmadı. Topa sahip olma ve pozisyona girme yönüyle Beşiktaş, rakibine oranla daha üstün olsa da maçın sonlarına doğru Kayserispor yarı alanından atılan uzun topu Sivok uzaklaştıramıyor, akabinde altı pasın içine yapılan ortaya S. Kurtuluş dokunamıyor, hata bekleyen Kayserispor namağlup Beşiktaş karşısında son dakikalarda bulduğu golle galibiyete ulaşıyordu. Beşiktaş namağlup ünvanını Kayseri’de yitirirken, taraftarlarını olası bir çöküş sürecinin paranoyasıyla baş başa bıraktı.

BEŞİKTAŞ-KOCAELİSPOR
10. haftada Süper Lig’in alt sıralarından kurtulmak isteyen Kocaelispor ile oynanacak maçta Beşiktaş taraftarları mutlak galibiyet ve gollü bir maç bekliyordu.Üç büyüklerin taraftarları arasında son dönemlerde bol gol görmeye hasret kalanlar, hiç kuşkusuz Beşiktaş’lılardır. Ne hikmetse, Sivok ve Zapo’nun transferleriyle toparlandığı düşünülen Beşiktaş savunması, hata üstüne hata yapmayı Kocaelispor maçında da sürdürdü. Zapo’nun riskli pasında topu rakibine kaptıran Cisse’nin hatası ve Rüştü’nün telaşlı çıkışı sonucu Taner golü atıverdi. Yenilen golün akabinde orta sahadan itibaren koşuya başlayan Semavi’ye Cisse yetişemeyince, Semavi sağ kanattan yapılan ortaya kafa vurdu ve takımını 0-2’lik üstünlüğe taşıdı. Beşiktaş’tan fark bekleyenler 0-2’lik şaka gibi neticenin şaşkınlığını yaşadı. Neyse ki ilk yarı bitmeden biri kaleye paralel giden ölü top, biri de kaleciyle karşı karşıya olmak üzere Delgado ve Holosko’nun ayağından iki gol geldi.
İkinci 45’te Delgado’nun muhteşem golünü, Nobre’nin alışık olmadığımız sağ ayak dışıyla attığı nefis gol takip etti. Yenik duruma düşünce gardı düşen Kocaeli’ye son golü morale ihtiyacı olan Bobo attı. Beşiktaş, Kocaelispor’a 5 gol birden atarak, bu sezon Süper Lig’te yaptığı maçlardaki en farklı skoru elde etti. Beşiktaş’tan farklı galibiyet bekleyenler yanılmasa da yenilen gollerdeki amatörce hatalar unutulmamalıydı.

BURSASPOR BEŞİKTAŞ
Artık kaybetmeye tahammülü olmayan, bahane gözetmeksizin kredisini tüketmeye başlayan Beşiktaş’ta, zorlu maçlar zincirinin bir başka ayağını kamuoyunca adrenalin salgıladığı belirlenen Bursaspor deplasmanı oluşturuyordu. Sezon başında iyi bir grafik yakaladıktan sonra ağır ağır sendelenen Bursaspor’un, Beşiktaş’tan alacağı galibiyet yeşil beyazlı camiada dirlik sağlayacaktı. Merakla beklenen mücadelenin ilk yarısında Tello ve A. Tandoğan’ın kanatlara canlılık getirmesi, Holosko’nun rakip yarı sahada kendisini unutturması ve Nobre’nin herzamanki gibi ileriye atılan topları indirerek atak başlatması siyah beyazlıların bilhassa ileri uçta kombinasyon oluşturacağının göstergesiydi. İlk yarıda Bursaspor kalesini abluka altına alan Beşiktaş’ta kullanılan köşe vuruşları, cepheden atılan şutlar, özellikle Tello’nun ve Holosko’nun hücuma çıkışta üstün görev hizmeti anlayışları görülmeye değerse de Beşiktaş kalesi ilk yarıda Sercan’ın ve Yusuf’un vuruşlarında tehlikeli anlar yaşadı.

Karşılaşmanın ikinci devresine daha durgun başlayan taraf Beşiktaş’tı. Bursaspor ilk yarıdan daha cesur bir futbol sergiledi. Bitime 25 dakika kala Mustafa hocanın her an aktivasyon sağlayacak Nobre ile Holosko’yu kenara alıp, bu sezon varlık gösteremeyen S. Özkan ve formsuz Bobo’yu oyuna dahil etmesi, maçın o anına dek adaptasyon sağlayan ileri uç hattını kısır döngüye soktu. Onyedi kez köşe vuruşu kullandığı maçı Beşiktaş 0-0 kapatarak 2 puanı daha Bursa’da bırakıyordu.

BEŞİKTAŞ-ESKİŞEHİRSPOR
12. haftanın kapanış karşılaşmasında Atom Karınca’nın hocalığını yaptığı Eskişehirspor ile mücadele edecek olan takımımız deplasmanda oynayacağı Fenerbahçe maçı öncesi moral depolamak amacındaydı.

Mustafa Denizli’nin takımın başına geçmesiyle, İnönü’de başladığı maçlarda ilk dakikalardan itibaren gücünü rakibine kabul ettirmeyi adet haline getiren Beşiktaş, bu geleneği Eskişehirspor maçında da sürdürdü. İlk yarım saatte Tello, Delgado, Holosko, Nobre, Ekrem Dağ beşlisinin orta alanda oluşturduğu kuvvetli bağ ile organize olmakta güçlük çekmeyen Beşiktaş, ilk yarının sonlarına doğru kazanılan serbest vuruşta, Tello’nun topu arka direğe doğru ortalaması ve kaleci İvesa’nın da uzun boyuna rağmen zamanlama hatası yapması sonucu Sivok ile golü buldu. Ekrem Dağ’ın istekli ve güzel oyunuyla beraber, Tello’nun sık sık yer değiştirmesi atakların şekline göre değişip, Beşiktaş’ın kanatlarına canlılık getirmişti.

İkinci yarı dengeli başladı. Önüne aldığı topları gününde olduğu maçlarda üstün fiziğiyle seri şekilde süren Holosko’nun 56. dakikada önünde bulduğu topu attığı deparla sürükleyerek Nobre’yi görmesi bu dengeyi çabuk bozdu; 2-0. Sezon başından beri sahasında yaptığı altı maçın beşini kazanıp, yalnız birinde beraberlik alan Beşiktaş belki de en rahat maçını sonlandırmış oldu.

FENERBAHÇE-BEŞİKTAŞ
13. haftada geçmiş yıllara oranla zayıf bir Fenerbahçe’nin karşısına çıkacak olan Beşiktaş kazanacağı bu maçta şampiyonluk adına potadaki rakiplerine gözdağı verecekti. Bununla da yetinmeyecek, alacağı üç puanla sallantıda olan rakibini de saf dışı bırakacaktı. Mustafa hoca derbiye tek forvetle başlamayı tercih etti. Nobre’yi ve Delgado’yu hücuma ve orta alana dönük, çok yönlü kullanmak istedi. Oyuna güvenli ve hızlı başlayan Beşiktaş, yaptığı komik hatalara engel olsa Fenerbahçe’yi rahatça yenebilirdi. Oysa Fenerbahçe’nin kullandığı köşe vuruşunda İ. Toraman efendi iş olsun diye sıçrayıp Rüştü’de ulusal takımı finalden eden Almanya maçındaki gibi zamansızca yerini terk edince Selçuk alışılanı yapıverdi 0-1. Yenilen golün hemen ardından Rüştü’nün havalandırdığı top, azmiyle ve tekniğiyle göz dolduran Ekrem’le buluştu. Ekrem’in sağ kanattan yerden ortasına Nobre dokundu ve eşitlik geldi; 1-1. Bu dakikadan sonra oyunun hakimi Beşiktaş’tı. Cisse’nin sarı kartı varken, orta alanda Uğur Boral’a yapmış olduğu gereksiz faul seyir zevki verme ihtimali olan derbide bütün dengeleri bozdu. On kişilik Beşiktaş’ın yemiş olduğu ikinci golde Gökhan Zan’ın ve Rüştü’nün katkısı çok fazladır.

Fenerbahçe yarı sahasından gelişigüzel yollanan topa, Gökhan Zan’ın tandem bilgisi! Zapo’yu da saniyelerle yanılttı. Zapo’nun arkasına çok iyi saklanan Guiza’nın akıllı vuruşunda hala uykuda olan Gökhan Zan, yavaşça süzülen topa doğru koşmaya tenezzül dahi etmeyince golü yedik;2-1

Derbinin ikinci 45 dakikasına gerek skor ve saha avatanjı, gerekse bir kişi daha fazla olmanın güveniyle çok daha rahat çıkan Fenerbahçe kendisini yormadı. Bu yarıda Ekrem, Delgado ve Nobre’nin hırsı görülmeye değerdi. 2-1’lik skorun riskli olduğunu akıllarından bir an olsun çıkarmayan Fenerbahçe’li futbolculara, en güzel hediye Mustafa Denizli tarafından verildi. Nobre ve Ekrem gibi her an skoru değiştirebilecek oyuncuları yedek kulübesine çeken Denizli, sahada sürünen, top kaptıran S. Özkan’ı görmedi. Üstüne üstlük takıma her an zarar verip, faul yapma adeti kazanan Gökhan Zan yerine Zapo’nun çıkması Bobo ile Holosko’nun oyuna girmesiyle orta sahayı hayli hayli lehine çeviren Fenerbahçe’liler, daha da keyiflendiler. Sonuç itibariyle; Cisse ve Mustafa Denizli Fenerbahçe’yi ipten alırken, Beşiktaş’a gönül verenlerin yüzü bırakın şampiyonluğu, derbilerde dahi gülemez hale geldi.

BEŞİKTAŞ-ANKARASPOR
14. Haftada rakip Aykut Kocaman’ın Ankaraspor’u. Bizim için en azından İnönü’de oynanan futbola güvenle bakılması gerekliydi ancak 20. dakikada Neca’yı ceza yayında unutan Beşiktaş savunması, golü kalesinde gördü. Yenilen gol sonrasında Rüştü’nün güzel kurtarışları Beşiktaş’ın kendine gelmesine yardımcı oldu. İlk yarım saatten sonra topu ayağında bilinçli tutup, Ankaraspor’un geri çekilmesinden de yararlanan siyah beyazlılar 41. dakikada Zapo’nun ceza alanı içinde iyi yer tutup, isabetli vuruş yapmasıyla eşitliği sağladı ancak Rakibini anlık sinirle acımasızca ezen Sivok takımını 10 kişi bıraktı. Bu dakikadan sonra takımımız kollektif yapıdan gitgide uzaklaşınca Ankaraspor karşı karşıya pozisyonlar buldu. Derbiyle başlayan gerilimin neticesinde Beşiktaş Cisse, Sivok ve Mustafa Denizli sayesinde altı puan kaçırdı. İnönü’de bu sezon yenilgi yüzü görmeyen Kartalın 1-3 lük skorla sahadan yenik ayrılması, İnönü artısını da sıfıra indirdi.

BEŞİKTAŞ-ANKARAGÜCÜ
Beşiktaş’ın kendi saha ve seyircisi önüne çıkacağı 2008-2009 sezonunun son lig maçı olmasıyla ayrı bir anlam kazanan maçta alınacak galibiyetin, sonraki hafta oynanacak Galatasaray derbisini olumlu etkileyeceği görüşü hakimdi.
Maçın 25. dakikasında Rüştü’nün Beşiktaş yarı sahasından kullandığı serbest vuruş, Nobre tarafından kafayla Holosko’nun önüne indirildi ve Beşiktaş 1-0’lık üstünlüğü sağladı. İkinci yarıda 1-0’lık üstünlüğün anlamsız rahatlığını kabullenen Beşiktaş oyunun kontrolünü ele almakla yetindi. Ne var ki Beşiktaş tek farklı galibiyetin riskini unutmakta direndi. Maçın Son onbeş dakikasında, köşe vuruşlarında bile umursamadan ileriye çok adamla gitmek derbi öncesinde Beşiktaş’a az daha pahalıya patlayacaktı. Ankaragücü’nün direkten dönen topu ve S. Özkan’ın oynadığı kötü futbol unutulmasa da üç puan tek golle alındı.

GALATASARAY-BEŞİKTAŞ
Yılın son derbisinde Beşiktaş’ın rakibi Galatasaray, yer: 2002 yılından bu yana galibiyet alınamayan Ali Samiyen’di. Beşiktaş teknik heyeti ve yönetiminin taraftarlarına karşı kendilerini affettirmesi adına iyi bir fırsattı, bu derbi…

Kadroları inceleyecek olursak, Galatarasaray’da Barış’ın orta alandan sağ beke çekilmesi, formsuz Nonda’nın ilk onbirde yer alması, bu maça sıkı bir şekilde hazırlanan Beşiktaş için velinimetti. Beşiktaş’ta ise ilk onbirde çok fazla yer bulamayan Seric’in sol bekte mecburen görev üstlenecek olması merakla beklendi. Beşiktaş, derbinin ilk yarısında, savunmadan çıkarken Galatasaray’a kaptırdığı topların ve hücum anındayken geriye dönmekte zorlanıp, sabit tutamadığı orta sahasının ceremesini çekti.




Holosko topla buluştuğu zamanlarda hiçbir varlık gösteremedi. Dışarıya çıkan topu görmeyerek, Arda’nın ayağına temas edince penaltı yaptı ve maçın kaderini yeniden değiştirdi. Beşiktaş, oyunda dengeyi sağlayıp skoru 1-1’e taşımışken, yine amatörce münferit bir harekete takım olarak kurban gidiyordu. Baros’un penaltıdan attığı golle G.saray 2-1 öne geçti. Karşılaşmanın ikinci yarısına erkenden gol bulma planlarıyla çıkan Beşiktaş’ta, Delgado’nun kırmızı kart görmesi bütün dengeleri alt üst etti. Beşiktaş’lı futbolcular, ister haklı olsun, ister haksız, sinirlerine hakim olamasalar da hakemle didişmeyi unutmak zorundalar. Bir kişi eksik oynayan Beşiktaş, orta sahada oyun kurmakta ve hızlı olmakta zorlanınca G.saray’a açıklar verdi. Kırmızı kartın üstüne; Baros’u unutan Seric başta olmak üzere poz veren Beşiktaş savunması eklendi ve G.saray farkı ikiye çıkardı. Acaba fark mı olacak? Diye endişeye kapılan Beşiktaş’ta Holosko, Baros’un golüne kısa sürede cevap verince, belki de bu gol Beşiktaş’ta yaşanacak hezimeti kenara itti. Uğur İncaman’ı oyuna alıp, orta sahaya dinamizm getirmek isteyen Denizli, aynı oyuncusu Lincoln’ü ceza alanı içinde yere indirince yine penaltı ve 4-2… G.saray, 4-2’lik skordan sonra dengeli bir oyun tutturdu ve kasmayarak maçı kazandı.

Sezona büyük umutlarla başlayıp, sezon başında fena sayılmayan bir performans sergileyen, şampiyonluğun en büyük adayı olarak açıklanan Beşiktaş, Avrupa’ya erkenden veda etti. Liderlik koltuğunda haftalarca oturan siyah beyazlılar, Süper Lig’in ilk yarısı sona erdiğinde altıncı sıraya kadar gerileyerek özgüveninden uzaklaştı. Her ne olursa olsun, şu anki lidere iki galibiyet kadar yakın olan siyah beyazlılar küllerinden yeniden doğabilirler. Türkiye Kupası ve Süper Lig’te başarı hedefleyen Beşiktaş’ta radikal kararlar alınırsa toparlanma sürecine girilmesi çok zor değil! Yeter ki inanmayı beceren bir ahenk oluşturulsun. Beşiktaş adına geriye kalan iki kulvar var. Bu iki kulvarda şampiyonluklar hayal değil!..

Atölye.../Cem ÖZEL

Futbolun edebiyatı, edebiyatın futbolu...

Homeros: Futbol nasıl doğdu?... Futbolun kökenlerine dair pek çok araştırma ve farklı bulgular var. Şurası kesin: Futbolla (ya da topla oynanan, futbola benzer bir oyunla) edebiyatın ilk kesişmesi Homeros’a kadar uzanıyor. Şöyle diyordu İyonyalı şair: “Usta Polibus’un eseri olan güzel parlak topu iki elleriyle birden kavradılar; biri geriye doğru devrilerek topu karanlık bulutlara fırlatıyor; diğeri havaya sıçrayarak onu uçarken yakalıyordu...”
Gabriel Garcia Marquez: Stadyumda edebiyat dergisi… 1982’de Latin Amerika’nın bütün şairleri, dilencileri, müzisyenleri ve başıbozuk takımı adına Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan Marquez, her Latin Amerikalı gibi ‘futbol ateşi’nden nasibini almış. Gabo, gençliğinde birkaç arkadaşıyla birlikte Cronica adlı bir dergi çıkarmıştı.

Behçet Necatigil: Beşiktaşlı olurdu.. Yakınlarının tanıklığıyla Necatigil’in takım tutmadığını biliyoruz. Ama öğrencisi Hilmi Yavuz onun için, “Hoca takım tutsa Beşiktaş’ı tutardı.” demişti. Bu hem Necatigil’in Beşiktaş semtine olan sevgisi hem de ‘duruşu’ düşünülünce böyle.

Selim İleri: Çevre baskısına karşı Beşiktaş… Selim İleri’nin anı kitaplarından, İstanbul yazılarından Kadıköy’lü olduğunu biliyoruz. Ama Selim İleri, sanıldığı gibi Fenerbahçe taraftarı değil, Beşiktaşlı! Beşiktaşlı olmasının gerekçesi: Herkesin Fenerbahçeli olduğu bir çevrede farklı olanı seçmek. Selim İleri’yle, Beşiktaşlı olmanın biraz da ‘çevre baskısına karşı’ olmak anlamına geldiği tezi bir kez daha doğrulanmış oluyor.

Peter Handke: Topun da ruhu var… “Kalecinin penaltı anındaki endişesi” kitabının yazarı Handke’nin hangi takımı tuttuğunu ya da futbolla nasıl bir ilişkisi olduğunu bilmiyoruz ama şu cümleleri onun da ‘futbol ateşi’ni içinde duyan yazarlardan biri olduğunun kanıtı: “Futbol topunun bir ruhu vardır. Havayla dolmadığı zaman yumuşak ve ölüdür. Hava üfleyin; futbol topunun ruhu şişer; hâlâ ölü gibi gözükmesine bakmayın, kımıldamaya hazırdır.”

William Shakespeare: “Sen! Aşağılık futbol oyuncusu!” Madem İngiltere futbolun beşiği, Shakespeare’in oyunlarında futbolun yer almasına çok şaşırmamalı. Kral Lear’da örneğin, Kent Kontu, “Sen! Aşağılık futbol oyuncusu!” diye hakaret eder karşısındakine. Shakespeare, 1592’de Yanlışlıklar Komedisi’nde de bir karakterin şikâyetini dile getirmek için futbola başvurur: “Sizin için bu şekilde dönüp duruyorum… Beni futbol topu mu sandınız? Beni bir o tarafa bir bu tarafa tekmeleyip duruyorsunuz. Bu görevim sürecekse, beni deriyle kaplamanız gerekecek.

23 Şubat 2009 Pazartesi

Satranç.../Aykut İlker METE

Satranç sporunun kuralları ile ilgili yanlış bilgilenmelerin olduğuna lokal turnuvalarda ve okullarda şahit oluyorum. Bu durumun en çarpıcı örneği ise içinde sayı içeren kurallar. Ne demek istiyorum? Sizde duymuşunuzdur. Tek şah kaldığı zaman karşı taraf …… hamle de mat yapmak zorundadır. Genelde 16, 24 ve 32 gibi cevaplar duyarsınız. Peki nedir bu kuralın doğrusu? İşte bu sayıda kısaca bu durumu açıklamak istiyorum.

FIDE Kurallarında bu konuyla ilgili olan maddelerin ilgili bölümlerini aşağıya aktarıyorum;

“…………………..
Madde 9: Berabere Biten Oyun
9.2. Hamlede olan oyuncunun talebi üzerine, eğer aynı konum tahta üzerinde en az üç defa aşağıdaki şekillerde oluşmuşsa (peş peşe hamle tekrarı ile oluşması gerekmez) oyun berabere olur.

a) eğer oyuncu notasyon kağıdına (hamle yazma kağıdı) önce hamlesini yazmış, hakeme bu hamleyi yapacağını bildirmiş ve bu hamle ile aynı konum oluşacaksa, ya da

b) son yapılan hamle ile ortaya çıkan konum tekrarlanıyor ve sıradaki oyuncu beraberlik talebinde bulunuyorsa.
…………………
9.3. Hamlede olan oyuncunun talebi üzerine, aşağıdaki durumlardan biri oluşmuşsa oyun berabere biter.

a) hamlesini kağıdına yazmış, hakeme bu hamleyi yapacağını bildirmiş ve bu hamle ile, her iki taraf da son 50 hamleyi piyon sürmeden ve taş almadan geçirmiş olacaksa, ya da

b) son 50 hamle içinde her iki taraf da piyon sürmemiş ve taş almamış ise
……………………“
Yukarıdaki satırlardan da anlaşılacağı gibi satranç sporunda sadece 3 ve 50 sayılarını içeren kurallar vardır. Dolayısıyla anlattığımız kuralla ilgili bir örnek verecek olursak; beyazın şahı var, siyahın ise şahı ve kalesi var. İşte bu



durumda madde 9.3’e göre iki tarafında piyon hamlesi yapma şansı olmadığına ve siyah kalesini vermeyeceğine bir başka deyişle taş alınmayacağına göre siyahın 50 hamle içinde beyazı mat etmesi gerekmektedir. Aksi takdirde beyazın hakemden berberlik isteme hakkı doğar.

BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ?
** 1861'deki Anderssen - Kolisch karşılaşması zaman sınırlı ilk maç olmuştur. Kum saati, her iki oyuncunun da 2 saat içinde 24 hamle yapmasını sağlamıştır.

** 1895 yılında İsviçre Zürih'te yapılan turnuvada "İsviçre Sistemi" denilen eşlendirme sistemi ilk kez kullanılmıştır.

** İlk satranç dergisi "Le Palmede", La Bourdonnais tarafından 1836 yılında kurulmuştur. Derginin ismi eski Yunanlı ve efsaneleşmiş satranç mucitlerinden biri olan Palamades'ten gelir.

** Alman Dr. Emanuel Lasker, 26 sene 337 gün ile dünya şampiyonluğu unvanını en uzun süre koruyan satranç sporcusudur.

** 1975 yılında İlhan Onat ve Nevzat Süer, 1986 yılında Turhan Yılmaz, 1988 yılında Suat Atalık Uluslararası Usta (IM) ünvanını elde eden sporcular oldular. 1993 yılında ise Suat Atalık Büyükusta (GM) ünvanı aldı.

SATRANÇLA İLGİLİ LİNKLER :
Bu sayıda yabancı satranç sitelerinden bazılarının adreslerini vermek istiyorum.
>>> Uluslararası Satranç Federasyonu (FIDE)’nun Almanya’nın Berlin şehrinde bulunan Antrenörlük Akademisinin resmi internet sitesi : www.fide-trainer-academy.com
>>> The Week in Chess isimli önemli turnuvaların haber ve oyunlarına ulaşabileceğiniz bir internet sitesi : www.chesscenter.com/twic/twic.html
>>> Satrançla ilgili her türlü bilgiyi içeren önemli bir internet sitesi : www.chessbase.com

SÖZÜN ÖZÜ :
"Satranç hakkında, hayat için çok uzun olduğu söylenir ama bu satrancın değil, hayatın kusurudur."
Satranç sporu ile ilgili soru ve görüşleriniz için e-posta adresim :
aykutilkermete@gmail.com

Bahattin Baba.../Hakan KİREZCİ

Arka Kapak (5.sayı)

Biz kimiz?

Biz, büyük olmayı "çok" olmak, önüne her geleni ezebilmek, görgüsüz hezeyanlarını tatmin için herşeyin ve herkesin alınıp satılabildiği ortamları yaratıp sonra da oradan beslenmek olan ve tapınılası tek değeri sadece ve sadece "güç" olarak görenlerin yer aldığı tribünün tam karşısında, Eto'o ların,Pluton'ların,Pakistan'lı bebelerin, Irak'lı dedelerin, Latin Amerika'lı işçilerin,siyahların-beyazların,kızılderililerin-eskimoların-çingenelerin,pazar malı ucuz beyaz pamuklusunun üzerine siyah şeritler diktirerek mahalle maçına çıkan veletlerin, o ucuz formayı o velete etiketini koymadan diken komşu teyzenin, topumuzu bize bedeli ruz-ı mahşerde ödenecek bir "borç" karşılığı veren bakkal amcanın, sözün özü "Halkın Takımı" yız.

İzleyiciler

online ziyaretçiler

Halkın Takımı Dergisi 1. sayı

Halkın Takımı Dergisi 1. sayı
Mayıs-2008

Halkın Takımı Dergisi 2. sayı

Halkın Takımı Dergisi 2. sayı
Temmuz-2008

Halkın Takımı Dergisi 3. sayı

Halkın Takımı Dergisi 3. sayı
Eylül-2008

Halkın Takımı Dergisi 4. sayı

Halkın Takımı Dergisi 4. sayı
Kasım-2008

Halkın Takımı Dergisi 5. Sayı

Halkın Takımı Dergisi 5. Sayı
Mart/2009
Web Stats