
Din konusunu bu şekilde güncelledikten sonra geçelim etnik köken meselesine. Almanlar için bir şey diyemeyeceğim ama Fransızlar orijinal Fransız olmadıklarının farkındalar. Hepsi de kendilerinin bir şekilde melez olduğunu kabullenmişler o yüzden çok keskin bir Fransız milliyetçiliği daha doğrusu kana dayalı bir ırkçılık söz konusu değil. Daha çok Fransız kültürünün etkinliği çerçevesinde bir milliyetçilik anlayışı var. Burjuva devrimini yapmış, dünya sanatına
geçmiş olmanın burun büyüklüğü, Fransa'da olan ama Fransız olmayan herkes tarafından hissedilir, hissettirilir. Fransız solunda geri dönüş ya da bizim tabirimizle döneklik kavramı daha az. Bugün FKP kongresine giderseniz kendinizi emekliler derneğinde hissedersiniz. Bu hem hoş hem de gençlerin bulunmamasından ötürü hüzün vericidir. Avrupa solunun farklılıklarından sonra gelelim bizim sola. İlk başta bahsettiğim o ilk sarhoşluk anısından biz bir türlü ayılamamışız sanki. Ne din duygusunu ne de etnik köken sorununu aşabilmişiz. Etrafımdaki bütün devrimci arkadaşlar siyasi hareketlerinden koptuktan hemen sonra ya Alevi derneklerini doldurdular, ya camiileri ya da etnik siyaset yapan merkezleri. Bir dönem için bu süreçi ben de yaşadım. Siyasi bir yapıdan ayrılınca Türk kimliğime sarıldım. Ama bizim siyasi inancımız bir biçimiyle değişebilen koşullara göre güncellenebilen bir şey; iyi ki de değişiyor. Biz neye inanmışız? Açıkçası ben partime inanmışım. Bugün ise bu inanç çok anlamsız geliyor çünkü parti sadece bir araç ve araca değil hedefe inanılır. Araç bozulabilir, yanlış yola sapabilir; gerektiğinde tamir etmek, gerektiğinde değiştirmek gerekir. Araç tamir kabul etmiyorsa ki çoğunlukla etmez, o zaman aracı değiştirmek gerekir.
Bir paragraf geriye dönersek; partisizlik ya da örgütsüzlük diyelim, psikolojik olarak insanda kimlik problemini ortaya çıkarıyor diyebiliriz. Siyasi inancımızı birleştirdiğimiz parti ortadan kalkınca başka şeylere sığınma ihtiyacı doğuyor. Bu ihtiyaçla birlikte yeni bir kimlik hayatımızı şekillendirmeye başlıyor. Bu yeni kimlik ya tamamen bir geriye dönüşle ya da zamanla çevreye bağlı kendini aşma yoluyla kendini tamamlıyor. Bütün bunlardan sonra edindiğim tecrübe şu oldu. Bir devrimci örgütlü ya da örgütsüz önce şunları sormalı kendine; Türk veya Kürt olmak folklorik bir motif midir yoksa daha da fazlası mı? . Din sosyal bir şirinlik midir yoksa sığınılacak bir liman mı? Verdiğin cevaplarda kendi gerçeğin gizli. Hepsini geçtim… Peki, Beşiktaş bunların yerine geçebilir mi? Örneğin Beşiktaş milli takımla maç yaparken hangisini destekleriz? Ben şahsen Beşiktaş'ı desteklerim… Ya da bir arkadaşı uğurlarken kartalın kanatları üstünde olsun demek bana keyif verir
Son olarak Beşiktaşlı olmak üzüyor ama hiç terk etmiyor… Beşiktaşlı olmak üzüyor ama bitimsiz bir mutluluk kaynağı… Karşı koyma, kendin olma haliyle Bitmeyen isyanda beni anlatıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder