www.halkintakimi.com fanzinidir

22 Ağustos 2009 Cumartesi

Yumurtakafa Yılmaz söyleşisi/ Mert Kavak

Beyaz Takım: Yılmaz abi bize Çarşı’yı anlatır mısın abi? Herşey nasıl başladı ve sen bu süreçte nasıl yer aldın?
Yumurtakafa YILMAZ: Hatırlamak çok zor olsa da bir bakalım. Stadyum semte yakın olduğundan semtin çocukları olarak sürekli bize ulaşan gol sesleri hepimizi çok cezbederdi. 7-8 yaşlarına geldiğimizde kendi başımıza maçlara gitmeye, birşeyler satıp para kazanmaya başladık. daha sonra semtteki diğer mahallelerde yaşayan dostlarla birlikteliklerimiz oldu. Bu arada arkadaşlarımızın hepsi Beşiktaşlı da değildi. TV de bir mafya dizisi başlamıştı. O zamanlar TRT 1 den başka kanal yok zaten. Dizinin konusu şöyle; aynı semtin çocukları yokluk içinde yaşayarak dayanışmayı ve para kazanmayı öğreniyorlar; biraz da onlara özendik desem yeridir. Aynı dönemde semtteki Suat Park sinemasının ve Migrosun yerine Büyük Çarşı inşaatının temelleri atılmıştı. Biz de buradan esinlenmiştik. Daha sonra olmayan bazı arkadaşlarımız da Beşiktaşlı oldular; Ne de olsa semtin havası her zaman ciğerlerimizdeydi. sabahlamalar daha sonra başladı

BT: Abi bu konuyu biraz aç diyeceğim döveceksin biliyorum. Sen özet geç en iyisi.
YY: 1981-82 yılı. Eskişehir maçıydı. O zamana kadar sabahlamıyorduk henüz. Aksaray’dan birkaç ağabey ile diğer semtten ağabeyler stadın darlığı nedeniyle çözüm aramaya başladılar.
Misafir takım ile biz yanyana olurduk. Tribün ortadan ikiye bölünür ve ortamıza yerleşen polis kavga etmemizi önlemeye çalışırdı. Bizde yerimizin darlığı nedeniyle kapalıdaki o akustik hakimiyeti ele geçirmek için ufak tefek kavgalar çıkararak misafir tarafa ayrılan yeri kapmaya çalışırdık. Bunun birinci adımı onları bilet kuyruğunda tacizle atıldı. Baktık polis ve jandarma fırsat vermiyor bu sefer sabahlamalar başladı işte.
BT: Ve sonunda kapalı bizimdir; emeginize sağlık abi.
YY: Geceleri olan kapışmalarda çoğu zaman başarılı olsak da gündüzleri kolluk kuvvetleri yine bildiğini yapmaya devam ediyordu. Sabahlamanın esprisi bu anlayacağın.
BT: İş gece çözülmüş gibi…
YT: Mecburiyetten…

BT: İkinci soru abi; Neden yumurtakafa Yılmaz lakabını taşıyorsun?, Çarşı’da lakapların önemi nedir ?
YY: Kora kor kavgalarda evvela genellikle kafa atardık. Ben de genellikle bunda başarılı olurdum. Kafam birazda armudumsu gibidir zaten. Birgün rahmetli Cüce Ayhan kafama yanlışlıkla parke taşını indiriverdi; soldan yediğim bu darbe sonucu kafam yarıldı.

BT: GS şampiyonluk kutlamalarına gider yaptığınız mevzuu de mi abi?..
YY: Evet… GS’ lıları Maçka Otelinin önünden Harbiye Orduevi’nin önüne kadar kovaladık. Geri dönerken baktık bir tane araba geliyor; reno marka. Bizimkiler bütün yan camları indirdi, bir tek ön cam kalmış. Ben de elime parke taşını alıp yola indim ve ön cama fırlattım ki camın kırılması ile birlikte benim kafamın kırılması da bir oldu. Evvela ne olduğunu anlayamadım. Daha sonra anladım ki Ayhan’da ön camı indirmek adına benim kafaya parke taşını indirivermiş. Oysa ben bu darbeyi kafaya ilk aldığımda kendi kendime söyleniyorum; “yaavv yolun ortasında direk falan yoktu bu da nerden çıktı" diyorum, Ayhan "Yılmaz özür dilerim" diye feryat ediyor.
BT: Bir nevi iş kazası yani abi.
YY: Daha sonra da bir fil muhabbeti oldu. Yok işte yumurta dikine baskıyla kırılmaz; fil bassa kıramaz; ancak yandan kırılır vs. Bu lakabı da bana Arap Veysel taktı.

BT: Özellikle eskilerin bi lakabı mutlaka var galiba.
YY: Hemen hemen…

BT: O lakaplar da hep yaşanmışlıklardan geliyor sanırım.
YY: Tabii o da var ama fiziki durumlar da söz konusu; Örneğin bir arkadaşımızın bir gözü sönüktü; lakabı Camgöz. Cüneyt el ve ayakları sakat; Çolak. Ayhan’ın da boyu kısa; cüce gibi işte…

BT: Abi, hiç unutamadığın maçlar ve oyuncular desek ?
YY: FB ile kupa maçı var. Ben çalışmak zorundayım, maça gidemeyecek gibiyim yani. Neyse, usta bana bir ekovat verdi (buzdolabı motoru), onu Tarlabaşı’nda tamir ettirip 1-2 saate geri getirmem gerek. Hemen zıpladım, ekovatı tamirciye bıraktım doğru maça. İkinci yarıya yetiştim ama kapılar kapalı; geçtim beleştepeye. Uzatmalarda 4-2 yendik. 90’ da Ziya’nın golü sayılmamıştı hatta. Maçtan sonra harala gürele akşama doğru tamirciye gittim kapanmış; oysa saat ikiye yetiştirmem gerekiyordu.

BT: Futbol takımımızın bu seneki durumuna ne diyorsun? Güzel günler yakın mı ?
YY: Kadro güzel ancak bazı futbolcular özverili değil ve birbirinden kopuk oynuyor. performansları süreklilik arzetmiyor bu da yaptıkları işi ciddiye almadıklarını gösteriyor. Oysa insanın evvela ekmek parası kazandığı işe saygı duyması ve ücretini hak etmesi gerekir; yoksa kadro güzel.

BT: Ruh yok…
YY: İş, o kadroya dediğin gibi ruh vermekte ama bu aşamadan sonra biraz zor gibi. Asgari ücretin bile altına çalışan insanların yaşam mücadelesi verdiği bir ülkede siz genç bir insanın eline 1-2 milyon verirseniz bir daha o futbolcudan verim alamazsınız çünkü hayal ettiği şey elinde zaten. Güzel günler yakın mı sorusuna gelirsek; bu durumdaki şampiyonluğun ne tadı olur ne tuzu.

BT: Endüsriyel futbol ruhu öldürüyor.
YY: Anlık bak, o da bu cevabın içinde esasında. En çok ücret, en tutulan takım, en çok satan renk; En çok… En pahalı… Gittikçe doyumsuzlaşan bir iştah ve akıllara durgunluk veren meblağlar…
BT: Peki abi gelelim tribünlere. Bu konuda düşüncelerin neler? Tribün bakımından geleceğimizi nasıl görüyorsun? Çünkü gidişat hiç de iyi görünmüyor gibi. Aksaklıklar neler ve nasıl giderebiliriz?
YY: Tribünde sözsahibi olmak için emek vermek ve her kesimden insanı kucaklamak gerekir. sekter yaklaşımlar beraberinde hataları da yanında taşır. Eski arkadaşların yasaklı olması ve bazılarının da kopması disiplinsiz bir ortam yarattı. Adeta herkes kendi başına hareket ediyor. Çıkışlar var ancak hala zayıf. Eğer tribünün toparlanması gerekiyorsa bu, orada bulunan genç arkadaşların ortak hareket becerisini kazanmasıyla mümkün olur ancak samimi olmak gerekir; yani herhangi bir çıkar meselesi değil gönül meselesidir tribün işi.

BT: Tribündeki rant meselelerine ne diyorsun abi? Özellikle son 2-3 yıldır bu olaylar gündeme gelmeye başladı. Nedir bu mesele ? Nasıl önlenir ?
YY: Rant nerede onu hala anlayabilmiş değilim; bilet konusunda mı yoksa yöneticilerden herhangi birinden menfaat sağlama işi midir? Esasında dedikodudan ibaret şeyler bunlar.

BT: Açıkça biz de pek bilmiyoruz ama söylentiler çok. Geçen Denizli maçında bilet almaya gidiyoruz, daha gişeye gelmeden eleman çevirdi önümüzü; 5 lira eksiğe bilet veririm dedi. Elindeki biletler ise bedelsizdi.
YY: Şu sifonsor işi var ya, bütün hesap orada. Özellikle sponsor demiyorum. Biletikse sıfır liralık bilet siparişi veriliyor, sonra dolaylı yollardan birileri o biletleri alıp karaborsaya düşürüyor
BT: Anlıyorum, bu konuda tribüne emek veren herkes Optik başkanın şu sözünde mutabık sanırım; “Beşiktaştan menfaat bekleyen ... ... beklesin…” Önüne geçmenin yolu yokmu bu karaborsanın? Bu nasıl bi cüret ki stad önünde adam çeviriyorlar?
YY: Dedim ya sifonsor denilen para babalarının işi. Deplasmana giden arabalarda bazen para mevzuu olur, o da taraftarların yemeğini bile karşılamaz bazen. Disipline edilemediğinden hem yiyecek hem de bilet konusunda kargaşa yaşanır. Bu daha ziyade il dışına çıkmanın verdiği psikolojiyle alakalı.
BT: Anladım abi. Bildiğimiz kadarıyla işin gereği Van’da yaşıyorsun. Bizler Van’ı çok soğuk biliriz hep Sizin gibi sıcakkanlı insanlar olmasına rağmen ; Van çok mu soğuk gerçekten abi ?
YY: Van Doğu’nun da Doğu’sunda ve yüksek bir mevkiide biliyorsun. Soğuğundan önce gölü meşhurdur Van’ın. Van Gölü’nün eski adı ise Yukarıdeniz’dir. Hatta içinde 2-3 tane ada bile bulunur. Hava soğuk, evet ama sadece geceleri; yani gece ile gündüz arasında epey ısı farkı var ama nem oranı neredeyse sıfır, bu nedenle soğuğu fazla hissetmiyorsun.
BT: Rahatım yerinde diyorsun yani abi; aman öyle olsun. Gelelim en can alıcı sorulardan birine. Forumdaki Siyah ve Beyaz bölünmesine ne diyorsun abi? Sence yarar sağlayacak bir uygulama mıdır ne diyorsun?
YY: Rekabeti tatlı hale getirmek için evvela takım ruhunu aşılamak gerekir ki bu ruh zaten vardı. Yeniliklere açık olmak için de sizin gibi yaratıcı insanlara fırsat vermek gerekir diye düşünüyorum. Rekabet başarı için olmalı, yıkım için olmamalı.

BT:kesinlikle
YY: yalnız işi sidik yarışına çevirmemek gerek. Bizden sonra Beşiktaş bayrağını taşımak isteyen insanlar maalesef çok az ya da sınırlı sayıda diyelim. İyiyi, güzeli, güzellikleri tatmak için ciddi adımlar atmak gerekir ve bu adımlar gerideki yaşam biçimlerini değerlendirerek geleceğe yönelik umutlar taşımalıdır.
BT: …?
YY: Yaaav… yine büyük konuştum galiba.

BT: Yok abi tam söylenmesi gerekeni söyledi. Gelelim zurnanın son deliğine.
Yıldırım Demirören hakkındaki görüşlerin neler? Neden hala istifa etmiyor? Sorun para mı yoksa Beşiktaş Sevgisi mi? Ne diyorsun bu konuda? YY: Ben yıldırım Demirören’i samimi buluyorum. Biraz fazla iyi niyetli ama kurtlar sofrasında kuzu olursan seni yerler, yiyemediklerini de boğarlar. Kurdun doğasında vardır bu. Gerçekten Beşiktaş’ lılığını tartışmak hoş olmaz ama yanındakilerin samimiyetsizliği onu da başarısız kılıyor. Güvendiği birçok kişi hem Yıldırım Demirören’e hem de bize zarar veriyor. Tabii biz sadece karşımızda onu gördüğümüzden ki öyle bir çalışama da var her şeyi ona yoruyoruz. İyi bir yönetici değil ama bence iyi bir insan. Para meselesine gelirsek, onun paraya ihtiyacı var mı? Sadece tercihleri doğru değil ve yanındakiler de biraz onu tırtıklıyor gibi; ben böyle görüyorum. Parayı alan kaçıyor.

BT: Yeni stad projesi tekrar gündemde. Sence yeni stad yapılırsa tribünlerin ahengi bozulur mu? Eski günleri özler miyiz?.. Kapalı Trabzon maçında 150 Lira. Bir ailenin aylık pazar parası neredeyse. Yeni stad olursa ne olur kimbilir…
YY: Zamanın akışı içerisinde durgunluk yaşamak demek zamanın gerisinde olmak demektir
bu nedenle yenilemekte fayda var görüşündeyim, bizde özgüven sorunu yok.

BT: Yeni stad şart mı diyorsun yani abi? Tribün açısından kopukluklar olmaz mı?
YY: Her şekilde stadda yerimizi alırız; biraz abartılıyor gibi. Aynı zamanda arkadaki otelden dolayı rahatsızım. Heykel gibi, sanki başımıza yıkılacak. Bir de şunu sorgulayalım; şu anki yerimizden memnun muyuz? Belki yeterli ama kimin için? Sadece biz olarak mı düşüneceğiz?

BT: Bizden başkası yok abi.
YY: Hani ismet İnönü’nün "Dünya savaşı çıkarsa ülkenizin durumu ne olur" diye bizi tehdit eden Amerikalıya verdiği bir cevap var; “Bu dünya yıkılır, yeni şartlarda yeni bir dünya kurulur,Türkiye’de bu dünyada yerini bulur..." Bulmak zorundayız. Korkumuz yok; olamaz da

BT: Düzene ayak uydurmak mı, kafa tutmak mı? Yenilenmeden kafa tutmak olmaz gibi.
YY: Bir savaştan bahsediliyorsa ayak uydurmak olamaz.

BT: Barikatı yenilemek lazım. Son barikatı son duruma göre yeniden örmek.
YY: Tabularımızla, nostaljilerimizle kapalı bir toplum olarak kalamayız, bazı şeyleri aşmak gerekir; kaldı ki Anıtlar Yüksek Kurulu ile bilimsel bir çalışmanın daha yararlı olacağını düşünüyorum. Ha şuna karşıyım; stadın adı Ülker ayçiçek yağı olmamalı ya da başka uyduruk bir marka ismi… Eski yapısına uygun fakat daha fazla kapasiteye sahip bir stad taraftarayım
BT: Orası şart. Tam da bu noktada diğer sorunun yanıtı herşeyin yanıtı olacak aslında. Müsaadenle ekleyecek bir konu yoksa geçelim abi.
YY: Geçelim…

BT: Hepimizin ortak düşmanı endüstriyel futbol hakkında ne dersin abi?
YY: Beşiktaş’ımızın, diğer takımların veya tüm insanların yaşadığı sorun olarak görüyorum.

BT: Kapitalizm her şeyi öldürür diyebilir miyiz ki deriz. Bu konuda 15 Şubat mitingine “kapitalizm krizden endüstriyel futbol kerizden beslenir” diye bi pankart yazmayı düşünüyoruz; tam yeridir. Sen ne dersin abi?
YY: Pinochet’ ydi sanırım, şu faşist diktatör. Soruyorlar "siz bunca sene insanlarınızın aç yoksul olarak yaşamasına rağmen onları nasıl yönetebildiniz ve sesini yükseltenleri kimseye duyurmadan nasıl imha ettiniz?” Cevap;"ben bu ükeyi 3F ile yani futbol, fado ve fiesta ile yönettim.” Bunlara dini de ekleyebiliriz.
BT: Din kitlelerin afyondur demiş bir zihniyet.
YY: Evet, insanları idare edip sömürmenin diğer bir yolu da onları daha ucuz birşeyle meşgul etmektir. Endüstriyel futbol anlayışı da bunun içinde ancak fazla abartılarak bazı şeylerin önü kesiliyor

BT: Ne gibi abi?
YY: Ne zaman insanlar eylem yapsa, sokağa çıksa medya bunu çekiyor ancak yayınlamıyor. Sadece istihbarat için birilerine veriyor. Onun yerine manşetler gereksiz bilgilerle dolduruluyor. Hakemin düdük çalışı, futbolcunun küfürü, sanatçıların! cinsel ilişkileri… İnsanlar kendi dertlerini ve çözüm çalışmalarını unutup başkalarının hayatlarını yaşıyorlar.

BT: Televole kültürü. Bir ara da milli maç sonu benzin zammı meşhurdu.
YY: Hayal dünyasına dalarak kendisi de havadan kazanım elde etme peşine düşüyor; bir nevi sistem ile arasında bağlantı olduğunu yani bu batasıca sistemden medet umduğunu gösteriyor.

BT: Yozlaştırma politikası emperyalizmin icat ettiği en büyük silahtır. Bu konu kitap olur abi gelelim bunlara inat gerçek paylaşımımıza. Yardım kampanyası nasıl gidiyor? Hedefe ulaşılabildi mi yoksa daha fazla mı yol kat etmeliyiz?
YY: Evet birçok defa sosyal mesajlar verdik biliyorsun ancak fiili bir çalışma çok azdı. bizde ne yapabiliriz konusunda düşündük ve Halkın Takımı ailesi olarak bir fikir birliğine vardık. Evimizde atıl olarak bulunan malzemeleri değerlendirmenin faydalı olacağını düşündük. Evvela acaba kabul edilir mi sorularını beynimize işledik. Daha sonra, esasında ulaşacağımız hedef kitlenin gerçekten bu malzemelere ihtiyacı olduğunu gördük. Biz evinde su olmayanlara bulaşık makinesi vermedik ancak mezrada kolinin birinden kadın mayosu çıktı.

BT: Atıl durum farklı anlaşılmış demek.
YY: O mayoyu deneyen kadın evinden dışarı çıksa evvela komşusu saldırır gibi espriler oldu. Tabii bunun yanında çocukların gülüşleri herşeye değer. Sürekli olmasa da bir dönem oralarda yaptığımız çalışmaların gündemi oluşturacağını ve iyi bir izlenim oluşturduğumuzu düşünüyorum.

BT: Kesinlikle, o çocuklar gülerken bizi, Beşiktaş’ı hatırlasın.
YY: Van olayını bitirdik sıra Mardin’de ama önümüzdeki ay biraz yoğunuz, bu nedenle ara vereceğiz.

BT: Kartallar Mardin semalarına uçacak demek. Buradan ilan edelim o halde tüm Halkın Takımına.
YY: Bugün yazdım ben merak etme.

BT: Herkes elinden geleni ardına koymasın.
YY: Vaşş… O ne be? tehdit gibi…

BT: Israr abi tehdit ne haddimize
YY: Eeee?.. The End mi?

BT: Son olarak soru değil de bir istek abi. Yukarıda da konuştuk hani şu bizim Siyah ve Beyaz takımlara ayrılmamız meselesi. Yılmaz abi beyaz desene…
YY: Biz çok iddialıyız siyaha ve beyaza gönül verenler olarak. Esasında ikisini birbirinden ayrmaya gönlümüz razı olmaz düşüncelerimizi ifade ederken. Söylemler ve dedikodular ile değil daha etik ve akılcı hareket etmeliyiz; yani sorunlara ve çözümlere bilimsel yaklaşımlar sunmak zorundayız dilimsel değil.

Hiç yorum yok:

Biz kimiz?

Biz, büyük olmayı "çok" olmak, önüne her geleni ezebilmek, görgüsüz hezeyanlarını tatmin için herşeyin ve herkesin alınıp satılabildiği ortamları yaratıp sonra da oradan beslenmek olan ve tapınılası tek değeri sadece ve sadece "güç" olarak görenlerin yer aldığı tribünün tam karşısında, Eto'o ların,Pluton'ların,Pakistan'lı bebelerin, Irak'lı dedelerin, Latin Amerika'lı işçilerin,siyahların-beyazların,kızılderililerin-eskimoların-çingenelerin,pazar malı ucuz beyaz pamuklusunun üzerine siyah şeritler diktirerek mahalle maçına çıkan veletlerin, o ucuz formayı o velete etiketini koymadan diken komşu teyzenin, topumuzu bize bedeli ruz-ı mahşerde ödenecek bir "borç" karşılığı veren bakkal amcanın, sözün özü "Halkın Takımı" yız.

İzleyiciler

online ziyaretçiler

Halkın Takımı Dergisi 1. sayı

Halkın Takımı Dergisi 1. sayı
Mayıs-2008

Halkın Takımı Dergisi 2. sayı

Halkın Takımı Dergisi 2. sayı
Temmuz-2008

Halkın Takımı Dergisi 3. sayı

Halkın Takımı Dergisi 3. sayı
Eylül-2008

Halkın Takımı Dergisi 4. sayı

Halkın Takımı Dergisi 4. sayı
Kasım-2008

Halkın Takımı Dergisi 5. Sayı

Halkın Takımı Dergisi 5. Sayı
Mart/2009
Web Stats