Karakartal Seyfettin amca..
Mahallemizin küçük ama istediğimiz her şeyi bulabildiğimiz bakkalına sahipti. İki mahalle aşağıda bulunan diğer bakkalın sahibine inat herkesin sevdiği, bizim çocukça yaramazlıklarımızı hoş gören, dünyalar tatlısı tonton bir amcamızdı. Ona ilk “karakartal” dediklerini öğrendiğimde 9-10 yaşlarındaydım. Bakkal dükkanında asılı olan Beşiktaş’la ilgili gazete kupürleri sayesinde onun Beşiktaş’lı olduğunu bilmeyen yoktu aslında. Önemli maçlardan sonra gazetelerde çıkmış haberleri kesip biriktirmiş, onları küçük kartonlara yapıştırıp dükkanında çeşitli yerlere asmıştı. Kartal resimleri arasındaki bu yazılar dükkanına giren herkes tarafından kolaylıkla görülebiliyordu.
Kocaman bir radyosu vardı Seyfettin amcanın. Kocaman ve aynı zamanda da çok eski olan bu radyo hep ilgimizi çekmişti. Maç günleri radyosunu açar, dükkanına gelenlerle birlikte maçları dinlerdi. Radyodan gelen seslerle birlikte sanki o da top koşturuyormuş gibi heyecanlanır, attığımız gollerle içi içine sığmaz, mutluluktan uçar, kaçan gollerle de kahrolurdu. Beşiktaş yenildiğinde üzüntüsü hemen yüzüne yansırdı. O üzüldüğünde bizde üzülüyorduk. Bizim üzülmemizi hiç istemezdi Seyfettin amca. Tok sesiyle "Çocuklar üzülmeyin; galip olmak değil asıl önemli olan; bizim Beşiktaş sevgimiz çok farklı" derdi. O zamanlar buna pek anlam veremezdik mahallenin yaramaz Beşiktaş’lı çocukları olarak. Mahalledeki birçok çocuğa Beşiktaş sevgisini o aşılamıştı. Onun sayesinde mahalledeki sayımız giderek artıyordu. Onunla tanışan, dükkanın önünden geçen herkes Beşiktaş’la ilgili bir şeyler duyuyor, Beşiktaş’la ilgili yeni bir şeyler öğreniyordu.
Yıllar geçti aradan…Başka mahalleler, okullar, işler...
Seyfettin amcayı yıllar sonra tekrar görme fırsatına eriştiğimde artık bir bakkalı yoktu. Zaten bir bakkalı işletecek kadar gücü de yoktu. Peşin satan-veresiye veren tablosundaki mali sonuçlara erişse de Seyfettin amca bundan çokta üzüntülü değildi. Belki peşin satan gibi cebi dolu değildi ama etrafı ona dostluk edecek bir çok arkadaşıyla doluydu. Hala kara kartallığını yitirmemişti onca yaşına rağmen. Heyecanla, onu göremediğim yıllarda başından geçen bir anısını anlattı bana,. Birgün küçük torununu da alıp Beşiktaş’ın bir maçına gitmiş. Bu onun için çok önemli bir şeydi çünkü Beşiktaş'ı yaşıyormuş gibi hissetmesine rağmen hiç maçına gitmemişti Seyfettin amca. Torunuyla birlikte stada nasıl gittiğini, içeriye girmek için nasıl zorluk çektiklerini ve içerde yaşadıklarını anlatmaya başladı boğazı düğümlenerek.
Torunuyla birlikte stada girip oturmuş. İlk defa maça gitmenin verdiği heyecanla etrafı seyrediyormuş merakla. Arkalarına ise torunundan büyük, en küçük oğlundan küçük genç taraftarlar varmış. Heyecanlı genç çocuklar. Çocukları çok severdi Seyfettin amca ama arkadaki çocuklar Seyfettin amcayı ve torununu pek sevmemişler çünkü Seyfettin amca ve torunu onların yerine oturmuş ve bağırmadan, tezahüratlara katılmadan maç izliyorlarmış. Genç ve heyecanlı çocuklar önce torununa sonrada Seyfettin amcaya terslenmişler. Oturdukları yerin kendilerine ait olduğunu, kendilerinin her maça gittiklerini , hiçbir deplasmanı kaçırmadıklarını, hentbol maçlarını, voleybol maçlarını bile takip ettiklerini, öyle bir maça gelmekle onlarla aynı kefeye koyulmayacaklarını söylemişler. Neyse ki araya girenler sayesinde tartışma uzamamış. Seyfettin amca ve torunu yerlerini değiştirerek başka bir yerde maçı izlemiş ve evlerine dönmüşler.
Seyfettin amca bana bu anısını anlatırken gözleri buğulanmıştı. Onun nasıl bir Beşiktaş’lı olduğunu bildiğimi biliyordu. Bana şunu sordu Seyfettin amca; "Böyle midir yeğenim? İyi Beşiktaş’lı olmanın ölçüsü her maça gitmek midir?" Cevabım sessizlik oldu Seyfettin amcaya. Bırakın maça gitmeyi, Beşiktaş semtini, İstanbul'u hiç görmemiş ama yüreği siyah beyaz atan bir çok insanın olduğunu ve asıl "iyi Beşiktaşlı" olanın onlar olduğunu düşündüğümü biliyordu Seyfettin amca ama yine de bana soruyordu; "Böyle midir yeğenim?.. İyi Beşiktaşlı olmanın ölçüsü bu mudur?"
Diyecek birşeyim yoktu.
Endüstriyel futbol anlayışına göre Seyfettin amca iyi bir Beşiktaş’lı değildi çünkü hiç lisanslı bir forması olmamıştı, üzerinde koca koca sponsor logoları olan. Kim bilir Başkan, üzerinde eşinin ördüğü siyah beyaz kazakla maç izleyen Seyfettin amcayı görse ne derdi. Her yıl yeni forma almayan taraftarı "iyi taraftar" saymadığına göre Seyfettin amcanın hiç şansı yoktu.
Yayıncı kuruluş içinde iyi bir taraftar değildi Seyfettin amca çünkü hala radyodan takip ediyordu maçları. Bazı dernekler için, kongredeki oy simsarları için de iyi taraftar değildi Seyfettin amca çünkü ne kongre üyesiydi ne de yönetim vs. işleriyle ilgiliydi. Onların iyi taraftar olarak değerlendirip değerlendirmemesi Seyfettin amca için de pek önemli değildi aslında ama o genç heyecanlı çocuklar...O çocuklar onun için önemliydi işte. Onun için bir Beşiktaş kültürü vardı. Beşiktaş’lılık duruşu vardı yitip gitmemesi, sahip çıkılması gereken.

“Güzel günler göreceğiz çocuklar"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder