Özellikle büyük şehir ve ilçelerde mahalle hayatı giderek ölüyor. Bunun yerini her türlü ihtiyacı önceden düşünülmüş, rahatınızı tesadüflere bırakmayan, kontrollü alanlara kurulmuş site vb. oluşumlar alıyor. Mahallelerde ise giderek her ara sokak arabaların arı misali vızırdamalarıyla dolan birer ana caddeye dönüşmüş durumda. Kalabalık şehirlerde ise bir karışlık alana derhal beton bir yapı yükseltilivermiştir zaten.
Gün geçtikçe azalan şehir içi yeşil alanlarla tenha ara sokaklar çocukların oyun alanı ve oynama türlerini, oyunlarının içeriğini dahi başkalaşıma uğratıyor. Top oynamak için sadece halı saha ve asfalt zeminler kucak açıyor örneğin.Toplu oyun ve eğlencelere ise eğlence merkezleri ile parklar ev sahipliği yapıyor artık. Kısacası eskiden mahalle sokaklarında yaşadığımız serbest oyunlar yerlerini parklardaki kontrol edilmiş, gereği önceden düşünülmüş oyunlara bırakıyor.
Bir parka giden çocuğun kaderi bellidir. Kaydırak, tahteravalli, şansı varsa boş yakalanmış bir salıncak, belki bir de kum havuzu. Mutlaka ki eğlendiren ama sadece belli bir rutin ve kısır döngü içerisinde eğlenmeye izin veren oyunlar. Parkta bir kere gördüğünüz çocuğu ikinci kere görmeniz zordur. Samimiyet kurmanız mümkün olmaz bu yüzden. Arkadaşlarınızla, oyun araçlarınızla soğuk bir ikincil ilişki kurmuşsunuzdur. Herşey makine düzenindedir.
"Sıraya gir, merdivenden çık, kay, ha ha ha!; sıraya gir, salıncağa bin, uç, uç, uç, ha ha ha! "
Bu rutinin dışına çıkamazsınız hiç. Kuralları asla değiştirilemez bir dini merasim gibi yaratıcılıktan yoksun, yalnızca herkesin yaptığını aynen tekrarlamak vardır. Bu arada kenardaki bankta oturmuş "Aman kızım yavaş sallan!","Yavrum dikkat etsene kardeşine!" nidaları ile kulakları dolduran, “ebe”leyen “veyn”ler. Bu kadar kaidenin ve kontrolün olduğu yerde gerçek eğlence ne kadar yaşanabilir ki?
Oysa ki mahalle aralarında oynanan oyunlar daha bir özgürdür. Koşulacak alanın sınırları yoktur. Canın sıkıldı mı camına taş atıp uyandıracağın arkadaşların vardır, tırmanacağın ağaçların vardır ve sahicidir onlar; pütür pütür dokunur kısa pantolonunun özgürleştirdiği tenine. Soğuk pürüzsüz demirlere benzemezler. Saklambaç oynarken daha önce kimsenin göremediği dehlizler keşfedersin. Kovalamaca oynarken düştüğün tozdur, topraktır, çamurdur; ya da kokusu genizlerini dolduran yemyeşil çimlerdir ve günler önce kaybettiğin misketini buluverirsin yerden doğrulurken.
İşte günümüzün futbolunda da fazlasıyla denetlenmiş, yapacakları belirlenmiş oyunculara tapınıyoruz artık Parklarda oynaşan çocuklar gibi çok koşan ,yorulan; sonucunda parklardaki eğlencenin futbol sahalarındaki karşılığı olan zaferi elde eden oyuncular yetiştiriyoruz ama yavan bir eğlence gibi yavan bir galibiyet oluyor avuçların üzerinde yükselen. Ne oynayanı ne de izleyeni tatmin eden bir seyir oluyor; zevkten uzak..."Çizgiye in, orta yap, kafa ve goooollll!";"Pres yap, topu kap, boştaki adamını gör ve gooollll!". Hepsi bundan ibaret... Avrupa futbolu işte bundan ibaret...
Saklanacak yeni bir delik bulmuş fırlamanın duyduğu hazzı ise ancak Brezilya’lıların yumuşak bilekleri yaşatıyor bizlere. Ağaca tırmanırken yanlış dala tutunmuşta düşmüş gibi can yakan defans aksamaları onlarda umursanmıyor. Yerden kalkıp aynı ağaca tekrar tırmanırcasına "Yediğimizden bir fazlasını atalım yeter" düşüncesi Brezilya’lılarda var.
Velhasıl "On kusurlu hareket"ten doğan penaltıları kullanan Avrupa’lılar yerine, "Üç kornere bir penaltı" çeken Brezilya’lılar yaşatıyor, futbolun bizi ona aşık eden güzelliğini. Bu yüzden her Dünya Kupası'nda Brezilya’lı oluyoruz. Bu yüzden sahada samba yapan sihirbazlardan bir tadımlık futbol ziyafeti dilenmeye devam ediyoruz.
Gün geçtikçe azalan şehir içi yeşil alanlarla tenha ara sokaklar çocukların oyun alanı ve oynama türlerini, oyunlarının içeriğini dahi başkalaşıma uğratıyor. Top oynamak için sadece halı saha ve asfalt zeminler kucak açıyor örneğin.Toplu oyun ve eğlencelere ise eğlence merkezleri ile parklar ev sahipliği yapıyor artık. Kısacası eskiden mahalle sokaklarında yaşadığımız serbest oyunlar yerlerini parklardaki kontrol edilmiş, gereği önceden düşünülmüş oyunlara bırakıyor.
Bir parka giden çocuğun kaderi bellidir. Kaydırak, tahteravalli, şansı varsa boş yakalanmış bir salıncak, belki bir de kum havuzu. Mutlaka ki eğlendiren ama sadece belli bir rutin ve kısır döngü içerisinde eğlenmeye izin veren oyunlar. Parkta bir kere gördüğünüz çocuğu ikinci kere görmeniz zordur. Samimiyet kurmanız mümkün olmaz bu yüzden. Arkadaşlarınızla, oyun araçlarınızla soğuk bir ikincil ilişki kurmuşsunuzdur. Herşey makine düzenindedir.
"Sıraya gir, merdivenden çık, kay, ha ha ha!; sıraya gir, salıncağa bin, uç, uç, uç, ha ha ha! "
Bu rutinin dışına çıkamazsınız hiç. Kuralları asla değiştirilemez bir dini merasim gibi yaratıcılıktan yoksun, yalnızca herkesin yaptığını aynen tekrarlamak vardır. Bu arada kenardaki bankta oturmuş "Aman kızım yavaş sallan!","Yavrum dikkat etsene kardeşine!" nidaları ile kulakları dolduran, “ebe”leyen “veyn”ler. Bu kadar kaidenin ve kontrolün olduğu yerde gerçek eğlence ne kadar yaşanabilir ki?
Oysa ki mahalle aralarında oynanan oyunlar daha bir özgürdür. Koşulacak alanın sınırları yoktur. Canın sıkıldı mı camına taş atıp uyandıracağın arkadaşların vardır, tırmanacağın ağaçların vardır ve sahicidir onlar; pütür pütür dokunur kısa pantolonunun özgürleştirdiği tenine. Soğuk pürüzsüz demirlere benzemezler. Saklambaç oynarken daha önce kimsenin göremediği dehlizler keşfedersin. Kovalamaca oynarken düştüğün tozdur, topraktır, çamurdur; ya da kokusu genizlerini dolduran yemyeşil çimlerdir ve günler önce kaybettiğin misketini buluverirsin yerden doğrulurken.
İşte günümüzün futbolunda da fazlasıyla denetlenmiş, yapacakları belirlenmiş oyunculara tapınıyoruz artık Parklarda oynaşan çocuklar gibi çok koşan ,yorulan; sonucunda parklardaki eğlencenin futbol sahalarındaki karşılığı olan zaferi elde eden oyuncular yetiştiriyoruz ama yavan bir eğlence gibi yavan bir galibiyet oluyor avuçların üzerinde yükselen. Ne oynayanı ne de izleyeni tatmin eden bir seyir oluyor; zevkten uzak..."Çizgiye in, orta yap, kafa ve goooollll!";"Pres yap, topu kap, boştaki adamını gör ve gooollll!". Hepsi bundan ibaret... Avrupa futbolu işte bundan ibaret...
Saklanacak yeni bir delik bulmuş fırlamanın duyduğu hazzı ise ancak Brezilya’lıların yumuşak bilekleri yaşatıyor bizlere. Ağaca tırmanırken yanlış dala tutunmuşta düşmüş gibi can yakan defans aksamaları onlarda umursanmıyor. Yerden kalkıp aynı ağaca tekrar tırmanırcasına "Yediğimizden bir fazlasını atalım yeter" düşüncesi Brezilya’lılarda var.
Velhasıl "On kusurlu hareket"ten doğan penaltıları kullanan Avrupa’lılar yerine, "Üç kornere bir penaltı" çeken Brezilya’lılar yaşatıyor, futbolun bizi ona aşık eden güzelliğini. Bu yüzden her Dünya Kupası'nda Brezilya’lı oluyoruz. Bu yüzden sahada samba yapan sihirbazlardan bir tadımlık futbol ziyafeti dilenmeye devam ediyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder