Başımız dik umutla yürüyoruz yarınlara. 40 yıllık yaşantımızda kimseye eyvallahımız olmamıştır. Bu kendisine “BEŞİKTAŞ’lıyım”
diyen herkes için çok önemli bir durumdur. Geçmişte gün oldu, yirmi arkadaş bir ekmeği doya doya paylaştık (gerçek) ve hiçkimseye, hiçbir zaman şikayette bulunmadık; o anı yaşıyorduk sadece, bir de o andan sonraki maçları…
Yaratıcı olmak mecburiyetindeydik ve bu mecburiyet bazen öyle bir hal alıyordu ki birçok mucide taş çıkartıyorduk. Sandviç satma bahanesiyle maça 15 saat kala stada giriyorduk. Bazen bu bahaneye öyle kaptırıyorduk ki kendimizi gerçekten sandviç satarak harçlığımızı çıkardığımız bile oluyordu.
Şikayetçi değildik. Dedim ya, asıl şikayet etme hakkı çevremizde, bizi korumaya çalışan yakınlarımıza aitti. Gerek İstanbul’da gerekse deplasmanda sevenlerimizin gözü kulağı hep kapıda yada telefonda olurdu.
Maalesef semtimizdeki bakışlar bile bize acıma, kırgınlık ve saygı arası med-cezirler sergiliyordu. Biz onca yokluğa rağmen hiçbir garibanı ezmedik, sırtına binmedik aksine bazen Robin Hood’culuk da oynamadık değil hani…
Bir sabah kalktığımda kendi kendimi sorguladım. Sonrasında anladım ki artık büyümüşüz (yaş olarak). İşte o büyümenin vermiş olduğu olgunluğu taşıma mecburiyeti beni zorlamaya başladı. Bu nedenle 15 yıldır semtten uzakta (içim buruk bir şekilde) ekmek parası için alınteri döküyorum. Neden bunu anlatma gereği duyduğuma gelirsek; Şimdilerde içimin daha da buruk olmasındandır. Bizler
bedeller vererek gençliğimizi feda ettik ve şuncağız da pişmanlık duymuyoruz ancak çoğu genç arkadaşta bu vicdani sorumluluğu ve yaratıcılığı görememekteyim. Evet, onlarda bizim gibi günü birlik yaşıyor fakat tek farkla; özeleştiri yapmaktan uzak durarak.
Oysa bir insan ne kadar çabuk kendisiyle yüzleşirse bir o kadar ufku genişler. İçimizde, dışımızda veya yanımızda gözlerin üzerimizde olduğunu unutmamalıyız. çArşı bir güç ise bu gücü, onurlu, olumlu ve çoğulcu bir şekilde taşıma olgunluğuna sahip olmalıyız. Yani genç arkadaşlar bunca gelişmiş teknoloji karşısında dezavantajı daha da avantajlı hale getirmelidirler.
İçinde o yaratıcılığı taşımayanlara ise tek tavsiyem;
Bir işe girip çalışsınlar. Fabrika, lokanta, tarla, pazar ya da buna benzer doğru dürüst bir işte çalışsınlar ve emek vererek kazandıkları para ile (kalırsa) bilet alarak maça girsinler. Böylelikle insanların ekmek parası ve tuttukları takım uğruna nelere katlandıklarını çok daha iyi kavrarlar. Bu sayede yiyecekleri ekmekten de, girecekleri her maçtan da daha büyük zevk alacaklardır. Kimseye eyvallah demeden.
Dedim işte, 15 yıldır semtimizden ayrıyım ve ne kadar ayrı kalsam da semtimizi, semtimizin insanlarını, BEŞİKTAŞ’ı ve BEŞİKTAŞ’lıları ve hatta diğer tüm insanları da çok seviyorum. Yeter ki doğru-dürüst insan olsunlar.
Semtimiz erkek semti Aşık eder herkesi Üstümüzden eksilmesin Bayrağımın gölgesi İşte biz kötü günde Hep Omuz omuzayız Övünmek gibi olmasın Biz KARAKARTAL’lıyız.
diyen herkes için çok önemli bir durumdur. Geçmişte gün oldu, yirmi arkadaş bir ekmeği doya doya paylaştık (gerçek) ve hiçkimseye, hiçbir zaman şikayette bulunmadık; o anı yaşıyorduk sadece, bir de o andan sonraki maçları…
Yaratıcı olmak mecburiyetindeydik ve bu mecburiyet bazen öyle bir hal alıyordu ki birçok mucide taş çıkartıyorduk. Sandviç satma bahanesiyle maça 15 saat kala stada giriyorduk. Bazen bu bahaneye öyle kaptırıyorduk ki kendimizi gerçekten sandviç satarak harçlığımızı çıkardığımız bile oluyordu.
Şikayetçi değildik. Dedim ya, asıl şikayet etme hakkı çevremizde, bizi korumaya çalışan yakınlarımıza aitti. Gerek İstanbul’da gerekse deplasmanda sevenlerimizin gözü kulağı hep kapıda yada telefonda olurdu.
Maalesef semtimizdeki bakışlar bile bize acıma, kırgınlık ve saygı arası med-cezirler sergiliyordu. Biz onca yokluğa rağmen hiçbir garibanı ezmedik, sırtına binmedik aksine bazen Robin Hood’culuk da oynamadık değil hani…
Bir sabah kalktığımda kendi kendimi sorguladım. Sonrasında anladım ki artık büyümüşüz (yaş olarak). İşte o büyümenin vermiş olduğu olgunluğu taşıma mecburiyeti beni zorlamaya başladı. Bu nedenle 15 yıldır semtten uzakta (içim buruk bir şekilde) ekmek parası için alınteri döküyorum. Neden bunu anlatma gereği duyduğuma gelirsek; Şimdilerde içimin daha da buruk olmasındandır. Bizler
bedeller vererek gençliğimizi feda ettik ve şuncağız da pişmanlık duymuyoruz ancak çoğu genç arkadaşta bu vicdani sorumluluğu ve yaratıcılığı görememekteyim. Evet, onlarda bizim gibi günü birlik yaşıyor fakat tek farkla; özeleştiri yapmaktan uzak durarak.
Oysa bir insan ne kadar çabuk kendisiyle yüzleşirse bir o kadar ufku genişler. İçimizde, dışımızda veya yanımızda gözlerin üzerimizde olduğunu unutmamalıyız. çArşı bir güç ise bu gücü, onurlu, olumlu ve çoğulcu bir şekilde taşıma olgunluğuna sahip olmalıyız. Yani genç arkadaşlar bunca gelişmiş teknoloji karşısında dezavantajı daha da avantajlı hale getirmelidirler.
İçinde o yaratıcılığı taşımayanlara ise tek tavsiyem;
Bir işe girip çalışsınlar. Fabrika, lokanta, tarla, pazar ya da buna benzer doğru dürüst bir işte çalışsınlar ve emek vererek kazandıkları para ile (kalırsa) bilet alarak maça girsinler. Böylelikle insanların ekmek parası ve tuttukları takım uğruna nelere katlandıklarını çok daha iyi kavrarlar. Bu sayede yiyecekleri ekmekten de, girecekleri her maçtan da daha büyük zevk alacaklardır. Kimseye eyvallah demeden.
Dedim işte, 15 yıldır semtimizden ayrıyım ve ne kadar ayrı kalsam da semtimizi, semtimizin insanlarını, BEŞİKTAŞ’ı ve BEŞİKTAŞ’lıları ve hatta diğer tüm insanları da çok seviyorum. Yeter ki doğru-dürüst insan olsunlar.
Semtimiz erkek semti Aşık eder herkesi Üstümüzden eksilmesin Bayrağımın gölgesi İşte biz kötü günde Hep Omuz omuzayız Övünmek gibi olmasın Biz KARAKARTAL’lıyız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder