www.halkintakimi.com fanzinidir

22 Haziran 2008 Pazar

Mezar teslimi taraftarlık.../Akif KURTULUŞ

-3-

Benim kuşağımın futbola taraf olması ve tabii ki hemen peşi sıra “taraftar” olması, 60’lı yılların ortalarına rastlar. O yıllarda Ankara’nın en önemli futbol merkezi, Ulus – Dışkapı istikametinden Esenboğa’ya giderken İrfan Baştuğ Caddesi üzerindeki top sahasıydı. Meşhur Atlantik Pastanesini sağınıza alarak yüz metre ilerdeki jandarma karakolunun tam karşısında, şimdi Ticaret Lisesi’nin konuşlandığı arsa, direkli fileli, beyaz kireç çizgili, yaz turnuvalarının yapıldığı bir Wembley’di. O atmosferi başka bir açıdan yakalamak isterseniz, reklam gibi olacak ama olsun, lütfen İletişim Yayınlarından çıkan Dünya Kupası’ndaki yazımı okuyun.

Yıldırım Beyazıt Lisesi’nin Ankara futbolunun alt yapısını tek başına domine etmesinin arkasında, sözünü ettiğim bu sahanın Lise ile aynı hinterlantta olması yatar. Yıldırım Beyazıt Lisesi’nin ayrıca kendi sahasının olması, bu tespitimi tekzip etmez, bunu da hatırlatayım, dedim.

70’li yıllarda bu bayrağı Anıttepe’deki sahaların ve “domino” etkisiyle Anıttepe Lisesi’nin devralması, bizim takip eden yıllardaki solculuk terminolojisini kullanırsam, benzer “diyalektik” ilişkinin ürünüdür.

İşte, bu yazıyı yazarken “kanaatten” elli yaşında bir adam olarak, kırk beş yıldır hayatıma kurmuş bu “meşin yuvarlak”a ayağımı, “nizami” anlamıyla, yani üstümde forma, altımda şort ve tozlukla (daha suspansuvar kadar “mal mülk” sahibi değildik) ve dinyakos ayakkabıyla ilk kez ‘Aydınlık’ sahasında vurdum. Eşofmanlı bir hakemle (bunlar genellikle sahadaki iki takımın dışında, üçüncü bir takımın, futbolu erken bırakmış hocasıdır) seremoniye çıkartıp, en büyüğü on yaşında bebelere “Türk futbolu şerefine” üç kere “sağ ol” çektiren herkese selam olsun. Madem selam faslına girdik, o “yokluk yoksulluk” günlerinde bizi, Anafartalar Çarşısındaki Dalkılıç spor mağazasından “tefriş” eden ağır ağbilerimize büyük selam olsun.

Ben aslında şunu söyleyecektim, araya bir sürü laf soktum. Biz, futbolu sevmeyi, taraftarlığı seçmekten önce öğrenmiş en son kuşaktık. Bizden sonra, taraftarlığı seçmek her sezon biraz daha futbolu sevmeye yaklaştı, geçti ve her sezon arayı açıyor. Şimdiki çocuklar, futbolu sevmeden taraftar oluyor. Futbolun oyun olduğunu anlamadan, oyunun ruhunu yaşamadan, play station marifetiyle edinilmiş bu futbol sevgisi bu. Dikkat edilirse, top oynamaktan söz etmiyorum. Bizim kuşaktaki futbol sevgisi, futbol oynamasa bile, futbolun içinde olmak anlamına gelirdi. Şimdi “dandik” tabir edilen mahalle maçlarına, ruhsuz belediye takımlarının maçlarından daha fazla seyirci geldiği yıllardan bahsediyorum. O bakımdan bu kuşak, akşamın tatlı güneşiyle balkona mütevazı bir çilingir yapıp kurulduğunda, bir yudum rakısını almadan aşağıda sokak arasında çift kale yapan çocuklara taktik vermeden kendini alamaz. Arabayı köşeye park edip apartmana girerken önüne yuvarlanan topu ayağında üç beş sektirip göğsünde yumuşatmadan eve çıkmaz. En önemli milli reflekslerimizden biridir bu. Bir örnek de siz ekleyin.

Aydınlık Subayevleri’nden bir çocukluk arkadaşım, Zezet, okuyup adam olduktan sonra DDY Genel Müdürlüğü’nde çalıştığı yirmi yıl boyunca, hastalık filan saymazsak, hiçbir gün, işine zamanında gidememiştir.

Bilenler bilir dış sahada idmanlar, sabah sekiz dedin mi başlar ve Zezet, idmanı seyre dalıp işe gitmeyi unuturdu. Yıllar sonra kademe ilerlemesinin durdurulması cezasının kaldırılması için açtığımız davada, şahsi dosyasını incelediğimde bu ayrıntıları öğrenmiştim.

Şimdiki “taraf” olma üzerine konuşuyordum. Artık çocukları “futbola alma yaşı” artık göbek bağının kesilmesine kadar indi. Artık gerçekten Beşiktaşlı, Fenerbahçeli veya Galatasaraylı olunmuyor, doğuluyor. Bebeler de “ürün pazarı”nın öznesi. Kundakmış zıbınmış, biberonmuş, ne ararsanız kulüp marketlerinde var. Kocaman kadınlar ve erkekler, bebelerine ısmarlama futbol sevgisi veriyorlar. Marketlerden üç beş kuruşa alınan futbol sevgisi…

Bizim nesli, futbolu bu tür sevme biçiminin kesmesi mümkün değil tabii ki. Bırakın kesmesini, iyiden iyiye mutsuz eden bir yanı var bu tarzın.

Bizim taraftarlık hikayemizin daha düzgün olduğunu iddia edecek değilim. Sadece saflığı üzerine ileri geri konuşabilirim. İlkokula halamın yanında başladığımda, benden iki sınıf yukarda, mahallenin top cambazı Levent’le aynı yatak odasını, aynı sabah kahvaltısını, aynı okul yolunu paylaşıyordum. Bizim sokaktan yukarılara en çabuk tırmanan ilk futbolcu sıfatını alan Levent, Şekerspor, Erzincanspor, ve Kırıkkalespor duraklarından sonra, birinci lige çıktığı ilk yıl Malatyaspor’a transfer olup, aralıksız, düşene kadar on yıl bu kulüpte top oynadı. Ben bu satırları yazarken, bir aksilik olmazsa, 2. Lig’e çıkacak olan Konya Şekerspor’un teknik direktörü. Beşiktaş’la aynı ligde oynayana kadar Beşiktaşlı kaldı. Bir profesyonel topçunun, çocukluğunun takımını terk etmesinin bana hep “hüzün” veren hikayesini de bir gün yazmak isterim. Aynı yola girme imkanı hiçbir zaman bulamayacak her futbolsever gibi, onun, çocukluğunun takımını bir kenara bırakmasını, hâlâ anlamam mümkün değil. Peki, hala – dayı çocuğu olmanın ötesinde bir kankalık ifade eden bu ilişkide, neden ona benzemek, onun gibi yapmak istemedim? Benden bir zaman önce bir takımı tutan hala oğlum ile aynı takımın renklerine bulanmadım?

Bir gün, Mehmet Akif İlkokulu’ndan çıkışta, karakolun oradaki dükkandan biri sarı öbürü lacivert iki kalemtıraş alıp eve geldiğim gün, Fenerbahçeliliğimi ilan etmiş oldum. 1965 yılının soğuk, sert, karlı bir kış günüydü. Kalede Özcan, Şükrü’lü, Nedim’li, Nunwailler’li, Ziyalı, son senesini oynayan Can Bartu’lu takıma gönlümü vermiş oldum. Özeti, kırk üç yıldır Fenerbahçeliyim.

Neden Beşiktaşlı olmadım, demiştim. Bilmeden yaptığım şeye yıllar sonra şöyle bir anlam verdiğimi fark ettim. Onunla birlikte güç kazanmak değil, ona karşı bir rekabet üretmek istemişim. Ya da yıllar sonra böyle bir anlam yakıştırmak, daha çok hoşuma gidiyor. Ama seçimime atfettiğim bu anlam, şimdi dönüp bakıyorum da, yıllar boyu beni takip etmiş. Her ne kadar, “en çok şampiyon olmuş” bir takımın taraftarı olsam da, buradan bir güç kazanmak, beni mutlu etmemiş. Artık, tuttuğum takım dolayımıyla mutluluk veya tersinden mutsuzluk yaşamıyorum. Her taraftar gibi beni de (sonuncusu 27 Nisan akşamı) kahreden ve sevindiren anlar yaşadım. Yine de bir ligi bu kadar “eşitsizce” sürükleyen üç takımdan birinin taraftarı olmak yerine, “arıza” bir takıma gönül vermeyi daha anlamlı bulduğum ruh haline kapılmıyor değilim. İki üç kadeh rakıyla o da geçip gidiyor.

Rekabet üretmek, dedim, demesine de; yıllardır aynı arkadaşlarımla rekabet etmek, aynı arkadaşlarımın rekabetine maruz kalmak da pek keyifli değil, galiba.

Galiba futbol kültürünün geldiği bu seviye(sizlik)de, farklı anlamlarına rağmen, biz de “tek tip”leşmeyle muzdaripiz. Taraftar olmaktan vazgeçmeyen, vazgeçmek de istemeyen, başka bir şey isteyen ama ne istediğini bir türlü tarif edemeyen, futbol üzerine yapılan büyük adamların büyük konuşmalarından sıtkı sıyrılan, yine de “Bakalım bu hafta ne yumurtlamışlar” diye gözü TV porgramına kaçan adamlar… Her yerde olduğu gibi burada da bunalımlı. Allah’tan bunalımımızı sağa sola bulaştırmıyoruz.

Yazının sonuna birkaç adım mesafem kalmışken, bu yazıya beni çağıran bir iki noktayı da paylaşmak istiyorum.

Futbol kültürümüzde bunca “güç” vaaz eden, hep “en” bir şey olmak üzerinden seçimimizi tarif eden retoriğe rağmen, beni aynı güce sahip iki “düşman”ımdan birine sempatiye çağıran bir şeyden söz etmek istiyorum.

Beşiktaşlı olmama ramak kalmışken Fenerbahçeli olmamla daha mutlu veya daha mutsuzluk yaşamış değilim. Bunu söyledim. Beşiktaşlı olsaydım da farklı olmayacaktı. Fakat, bir “Beşiktaş sitesi dergisi”ne bu yazıyı yazıyor olmak hasebiyle “inanmadan” veya “barış tesisi” amaçlı laflar gibi anlaşılmayacaksa, şu da bilinsin. Futbolu bizim gibi (“bizim gibi” derken, Fenerbahçelilikle sınırlı bir “bizim gibi” değil) sevenlerin arasında Beşiktaşlılığı, tabii ki bir dost ve ahbap çevrem içinden edinilmiş izlenimlere dayanarak söylüyorum, bize (yani Fenerbahçelilere) ve Galatasaraylılara göre, daha mizahi, daha eğlenceli buluyorum. Nedenleri, birbirimizin biraz dışında. Dışında çünkü, öyle ya da böyle futbolu başka türlü sevenler eni konu aynı adamlar ve az sayıda kadınlarız. Diğer ikisine göre “daha az” sportif başarıyı yakalamış olmasının yarattığı bir mağduriyet, Beşiktaşlılığı daha yaratıcı, daha şamatacı ve “taşakçı” yapmış olamaz mı? Yoksulluk veya yoksunluk, başlı başına erdemli kılmaz kimseyi. Bana popülizm yaptırmayın. Yoksulluk veya yoksunluk, daha mazlum yapmaz, belki. Örneklerini her tribünde görüyoruz. Ama daha gamsız, gırgırcı, tatavacı yapabilir.

Hangisini isterseniz diye sorarsanız, vereceğim bazı cevaplar için çok geç. Ama tereddütsüz, önce “daha eğlenceli” olmayı isterim. Ya da isterdim.

“İsterdim” sözümde bir ukde bulacaklara, itiraz da etmek istemem. Çünkü, Çarşı’nın güzel çocuklarından sevgili kardeşim Hayati, “Ağbi senin gibi bir adam bize çok yakışır” demişti yıllar önce. “Beşiktaşlı olacağım, de, formayı Taksim Alanı’nda giyeceğin gün en az bin adam getiririm” oraya.

Bin! Fena bir sayı değil.

Ama Hayati, bizim kuşak, taraftarlığı mezar teslimi almış bir kere. Yoksa “ben” demeyeyim ama senin gibi adamlar, her takıma güzel gider. Açar, her takımı.


Hiç yorum yok:

Biz kimiz?

Biz, büyük olmayı "çok" olmak, önüne her geleni ezebilmek, görgüsüz hezeyanlarını tatmin için herşeyin ve herkesin alınıp satılabildiği ortamları yaratıp sonra da oradan beslenmek olan ve tapınılası tek değeri sadece ve sadece "güç" olarak görenlerin yer aldığı tribünün tam karşısında, Eto'o ların,Pluton'ların,Pakistan'lı bebelerin, Irak'lı dedelerin, Latin Amerika'lı işçilerin,siyahların-beyazların,kızılderililerin-eskimoların-çingenelerin,pazar malı ucuz beyaz pamuklusunun üzerine siyah şeritler diktirerek mahalle maçına çıkan veletlerin, o ucuz formayı o velete etiketini koymadan diken komşu teyzenin, topumuzu bize bedeli ruz-ı mahşerde ödenecek bir "borç" karşılığı veren bakkal amcanın, sözün özü "Halkın Takımı" yız.

İzleyiciler

online ziyaretçiler

Halkın Takımı Dergisi 1. sayı

Halkın Takımı Dergisi 1. sayı
Mayıs-2008

Halkın Takımı Dergisi 2. sayı

Halkın Takımı Dergisi 2. sayı
Temmuz-2008

Halkın Takımı Dergisi 3. sayı

Halkın Takımı Dergisi 3. sayı
Eylül-2008

Halkın Takımı Dergisi 4. sayı

Halkın Takımı Dergisi 4. sayı
Kasım-2008

Halkın Takımı Dergisi 5. Sayı

Halkın Takımı Dergisi 5. Sayı
Mart/2009
Web Stats