www.halkintakimi.com fanzinidir

22 Haziran 2008 Pazar

Benim küçücük dünyam.../Namık KARTALOĞLU

-6-

Şimdi falan yaşta Beşiktaşlı oldum desem, yalan olur galiba? Ben ne zaman Beşiktaş’lı olduğumu hatırlamıyorum bile. Beynimi zorladığımda çıkan sonuç şu; tuvalete önce benim mi yoksa benim bir büyüğüm abimin mi gideceği yüzünden kavgamız ve akabinde yüzünün hemen altına çatal saplamam dönemlerine rastlıyor (Çok şükür bir şey olmadı; yoksa şimdi bile vicdan azabı çekiyorum o olay aklıma geldikçe).

O zamanlar evimiz toprak evdi henüz; betondan yapmamıştık. 69–70 arası yeniden yapıldı; yani ben 6–7 yaşlarındayım (bu basit matematik hesabından çıkan). Büyük abim bizi kızdırmak için “Ben Kayserispor’luyum” veya “Ben Altınordu’luyum, Vefaspor’luyum” derdi. Ondan küçük abim Koyu bir Beşiktaş’lıydı; Beşiktaş dosyası vardı. Her gazeteden Beşiktaş’la ilgili haberleri hafta hafta kırpar dosyasına kaydederdi. Her hafta gazetelerin verdiği yıldız değerlendirmelerini tutar, sonra da o yıldızlardan yorumla kendi yıldızlarını da eklerdi. Yani çok detayları olan bir dosyaydı. Bizim ulaşmamız bir şartla mümkündü o dosyaya. Zerre kadar zarar gelmeden, dosya yapraklarını temiz ellerle açmak, parmaklar dilde ıslatılmadan ve sayfa kenarları yıpratılmama şartını yerine getirsek eğerElimizi fazla yıkamasını sevmesek bile dosyalara ulaşabilmek için elimizi bir beş dakika arap sabunuyla yıkadıktan sonra ulaşırdık dosyaya. Parmaklar dile değdirilmeden, sayfaların kenarını kırıştırmadan açma kabiliyetimizde çocukluğumuzun bu titiz pratik döneminde gelişmiştir. Dosya incelemek sadece kağıt karıştırmak anlamına gelmemeliydi. Televizyon kelimesinin henüz yaşamımızda hiç bir şey ifade etmediği bir dönemde (Radyonun resimlisinin olup olmadığını bile bilmediğimiz bir dönemimizdi) Beşiktaş’ımıza ulaşmak, Beşiktaş’ımızı tanımaktı amacımız. Kadromuzu tanıdık, armamızı tanıdık, sembolümüz olan kartalımızı tanıdık ve o fantezimizdeki kadro olduk. Vedat Okyar gibi penaltı atma sanatını, Sabri Dino gibi golleri doksandan çıkarmayı, Tuğrul gibi serbest vuruş atmayı özene bezene kendi gerçeklerimize uygulamaya başladık. Sokakta paket taşlarının üstünde top oynarken, çelmelerde fotoğraflarda gördüğümüz şekilde yerlere uzanma numaralarımızı da benzetmeye çalışırdık. Canımız acısa bile ağlamamaya özen gösterirdik çünkü futbolcuyduk o an; biz değildik. Aynı sokakta oturduğumuz ve hemen çocukluğumuzun birlikte geçtiği en yakın arkadaşımıza arkadaş diyemiyorduk çünkü o Fenerliydi! Ama bir başka sokakta, her hangi Beşiktaş’lı bir çocuk çok samimi arkadaşımız olabiliyordu. Derken okul sonrası en büyük meşgalemiz olan futbolu biz sokağımızda icra ederken Belediye başkanımız olan amcam tarafından (öğlen güzellik uykusunu dağıttık diye, ikindi şekerlemesini parçaladık diye) kafalarımıza dökülen kaynar sulardan da çok nasibimizi alırdık.

Ortaokul yıllarım hem çocukluk hem de ergenlik yıllarımdı; futbol takımı kurmuştuk. Artık sokak değil semt takımıydık ve takımımızın adını ve formasını bile yapmıştık. AdımızKarakartalspor” du ve formamız siyahtı; üzerinde kartal resmi vardı. Kartalı bezden kesip annelerimize diktirmiştik. Formalarımızın numaraları bile vardı ( Şimdi kaç numara benimdi onu hatırlayamıyorum maalesef). Maçlarımızı Eskiden halkevi daha sonra ise Kız Meslek Lisesi olan yerin bahçesinde yapardık. Bahçenin karşısında İçkili bir meyhane vardı. Gündüzleri şehrimizin kodamanlarının meşgale yeriydi; gece ise müzikli meyhaneydi ve kumar oynanan bir yerdi. Şehrimizin üç büyük semt kulübünden biriydik. Bir büyüğüZenginlerin oğulları, diğer büyüğüçingeneler” ve biz, solcuların kulübüKarakartalspor”. Maçımızı Belediye başkanımız, Kaymakamımız, polis memurları, esnaf ve büyük bir halk kitlesine oynardık. Her maçın sonunda büyüklerin en çok tartıştığı konu şu akasya ağaçlarının kesilmesi meselesi olurdu. “Çocuklara yazık, harçlıklarını toplayıp top alıyorlar ( bildiğimiz PVC/plastik toplar) ve o toplar da akasya ağacının dikenlerine çarpıp çarpıp patlıyortartışmasıydı ama Kaymakamımız ve Belediye başkanımız, solcuların sahasına yatırım yapmama konusunda kararlıydılar. Akasya ağaçlarımız bir nevi telli baba olmuştu; her yerinde patlak plastik toplar vardı. Öyle bir şeydi ki dışarıdan gelen herhangi biri, bu şehirde ağaca top saplamayı bir gelenek sanıp ağaca bir top da kendisi saplayıp adakta bulunabilirdi

12 Mart sonrası futbolculuğumuza diğer aktiviteler de eklenmişti. Bilmem bilir misiniz; bir deyim vardır. “Gündüz külahlı, gece silahlı” diye. Bizimki de o şekil. Gündüz topçuyduk; gece de bedavadan boyacılık yapıyorduk. Karakartalspor tarihinin en büyük eylemini yaptığında

büyük siyasetçilerin dudakları uçuklamıştı, afacanlar nasıl becerebildiler bu eylemi diye. Newroz ateşi yasaktı. Caddelerde tanklar, her 20 metrede ise bir asker bekliyordu şehrimizin en uzun ve tek caddesinde ve o caddenin yanındaki boşluğa yirmiye yakın traktör tekeri ve diğer tekerler sadece ve sadece 30 saniyede getirilmiş ve yakılmıştı. O ateşi şehrin her yeri görmüştü. İtfaiye yanan tekerleri söndüremedi. Bu eylem genç Karakartalspor’un artık yaşama bir “MERHABA” sıydı. Siyasi örgütler Karakartalspor’dan pay çıkarma derdine düşmüşlerdi. Benim kuzenim de o takımda oynuyor, yok benim iki kardeşim, yok benim yeğenim, herkes bir ucundan tutuyordu; hayatımızı bir yerlere götürebilmek için. Karakartalspor’ da kararını vermişti. Onlar da çizgilerini belirlemişti. Analarımız şunu derdi: “Benim oğullarım örgütlüdür… Ben de o örgütlüyüm. Oğullarım Beşiktaş’lıdır, ben de Beşiktaş’lıyım” diye. Yani dedim ya herkes kendisine bir pay çıkarıyordu da, analarımız geri mi kalacaktı? Onlar da kendilerine bir hisse aldılar bu lokmadan.

Beşiktaş gibi, biz de sadece futbol olmamalıydık diye düşünüyorduk ve bir de voleybol takımı kurduk; o da Karakartalspor voleybol takımımızdı ve renkleri doğal olarak Siyah/Beyazdı. Derken şehrimizde iç savaş oldu ve o iç savaş 72 bin nüfuslu şehrimizi kısa bir sürede erozyona uğrattı. Nüfus 10 bine düştü. Biz de artıkordayaşamıyorduk Liseyi okumaya başlamıştım yeni şehrimde, yeni okulumda derken bir süre sonra sıkıyönetim, olağanüstü hal, falan filanlar geldi ve lise bitti. Artık sahalarda maçı biz topla yapmıyorduk, karakollarda polisler bizle yapıyordu. Biz top oluyorduk, onlar da ya Fenerli ya da Galatasaray’lıydılar artık.

Sonrasında mı? Ben bittim. Beşiktaş’lılığım hala devam ediyor.


Hiç yorum yok:

Biz kimiz?

Biz, büyük olmayı "çok" olmak, önüne her geleni ezebilmek, görgüsüz hezeyanlarını tatmin için herşeyin ve herkesin alınıp satılabildiği ortamları yaratıp sonra da oradan beslenmek olan ve tapınılası tek değeri sadece ve sadece "güç" olarak görenlerin yer aldığı tribünün tam karşısında, Eto'o ların,Pluton'ların,Pakistan'lı bebelerin, Irak'lı dedelerin, Latin Amerika'lı işçilerin,siyahların-beyazların,kızılderililerin-eskimoların-çingenelerin,pazar malı ucuz beyaz pamuklusunun üzerine siyah şeritler diktirerek mahalle maçına çıkan veletlerin, o ucuz formayı o velete etiketini koymadan diken komşu teyzenin, topumuzu bize bedeli ruz-ı mahşerde ödenecek bir "borç" karşılığı veren bakkal amcanın, sözün özü "Halkın Takımı" yız.

İzleyiciler

online ziyaretçiler

Halkın Takımı Dergisi 1. sayı

Halkın Takımı Dergisi 1. sayı
Mayıs-2008

Halkın Takımı Dergisi 2. sayı

Halkın Takımı Dergisi 2. sayı
Temmuz-2008

Halkın Takımı Dergisi 3. sayı

Halkın Takımı Dergisi 3. sayı
Eylül-2008

Halkın Takımı Dergisi 4. sayı

Halkın Takımı Dergisi 4. sayı
Kasım-2008

Halkın Takımı Dergisi 5. Sayı

Halkın Takımı Dergisi 5. Sayı
Mart/2009
Web Stats