-6-
Şimdi falan yaşta Beşiktaşlı oldum desem, yalan olur galiba? Ben ne zaman Beşiktaş’lı olduğumu hatırlamıyorum bile. Beynimi zorladığımda çıkan sonuç şu; tuvalete önce benim mi yoksa benim bir büyüğüm abimin mi gideceği yüzünden kavgamız ve akabinde yüzünün hemen altına çatal saplamam dönemlerine rastlıyor (Çok şükür bir şey olmadı; yoksa şimdi bile vicdan azabı çekiyorum o olay aklıma geldikçe).
Ortaokul yıllarım hem çocukluk hem de ergenlik yıllarımdı; futbol takımı kurmuştuk. Artık sokak değil semt takımıydık ve takımımızın adını ve formasını bile yapmıştık. Adımız “Karakartalspor” du ve formamız siyahtı; üzerinde kartal resmi vardı. Kartalı bezden kesip annelerimize diktirmiştik. Formalarımızın numaraları bile vardı ( Şimdi kaç numara benimdi onu hatırlayamıyorum maalesef). Maçlarımızı Eskiden halkevi daha sonra ise Kız Meslek Lisesi olan yerin bahçesinde yapardık. Bahçenin karşısında İçkili bir meyhane vardı. Gündüzleri şehrimizin kodamanlarının meşgale yeriydi; gece ise müzikli meyhaneydi ve kumar oynanan bir yerdi. Şehrimizin üç büyük semt kulübünden biriydik. Bir büyüğü ”Zenginlerin oğulları”, diğer büyüğü ”çingeneler” ve biz, solcuların kulübü “Karakartalspor”. Maçımızı Belediye başkanımız, Kaymakamımız, polis memurları, esnaf ve büyük bir halk kitlesine oynardık. Her maçın sonunda büyüklerin en çok tartıştığı konu şu akasya ağaçlarının kesilmesi meselesi olurdu. “Çocuklara yazık, harçlıklarını toplayıp top alıyorlar ( bildiğimiz PVC/plastik toplar) ve o toplar da akasya ağacının dikenlerine çarpıp çarpıp patlıyor” tartışmasıydı ama Kaymakamımız ve Belediye başkanımız, solcuların sahasına yatırım yapmama konusunda kararlıydılar. Akasya ağaçlarımız bir nevi telli baba olmuştu; her yerinde patlak plastik toplar vardı. Öyle bir şeydi ki dışarıdan gelen herhangi biri, bu şehirde ağaca top saplamayı bir gelenek sanıp ağaca bir top da kendisi saplayıp adakta bulunabilirdi
12 Mart sonrası futbolculuğumuza diğer aktiviteler de eklenmişti. Bilmem bilir misiniz; bir deyim vardır. “Gündüz külahlı, gece silahlı” diye. Bizimki de o şekil. Gündüz topçuyduk; gece de bedavadan boyacılık yapıyorduk. Karakartalspor tarihinin en büyük eylemini yaptığında
büyük siyasetçilerin dudakları uçuklamıştı, afacanlar nasıl becerebildiler bu eylemi diye. Newroz ateşi yasaktı. Caddelerde tanklar, her 20 metrede ise bir asker bekliyordu şehrimizin en uzun ve tek caddesinde ve o caddenin yanındaki boşluğa yirmiye yakın traktör tekeri ve diğer tekerler sadece ve sadece 30 saniyede getirilmiş ve yakılmıştı. O ateşi şehrin her yeri görmüştü. İtfaiye yanan tekerleri söndüremedi. Bu eylem genç Karakartalspor’un artık yaşama bir “MERHABA” sıydı. Siyasi örgütler Karakartalspor’dan pay çıkarma derdine düşmüşlerdi. Benim kuzenim de o takımda oynuyor, yok benim iki kardeşim, yok benim yeğenim, herkes bir ucundan tutuyordu; hayatımızı bir yerlere götürebilmek için. Karakartalspor’ da kararını vermişti. Onlar da çizgilerini belirlemişti. Analarımız şunu derdi: “Benim oğullarım örgütlüdür… Ben de o örgütlüyüm. Oğullarım Beşiktaş’lıdır, ben de Beşiktaş’lıyım” diye. Yani dedim ya herkes kendisine bir pay çıkarıyordu da, analarımız geri mi kalacaktı? Onlar da kendilerine bir hisse aldılar bu lokmadan.
Beşiktaş gibi, biz de sadece futbol olmamalıydık diye düşünüyorduk ve bir de voleybol takımı kurduk; o da Karakartalspor voleybol takımımızdı ve renkleri doğal olarak Siyah/Beyazdı. Derken şehrimizde iç savaş oldu ve o iç savaş 72 bin nüfuslu şehrimizi kısa bir sürede erozyona uğrattı. Nüfus 10 bine düştü. Biz de artık “orda” yaşamıyorduk Liseyi okumaya başlamıştım yeni şehrimde, yeni okulumda derken bir süre sonra sıkıyönetim, olağanüstü hal, falan filanlar geldi ve lise bitti. Artık sahalarda maçı biz topla yapmıyorduk, karakollarda polisler bizle yapıyordu. Biz top oluyorduk, onlar da ya Fenerli ya da Galatasaray’lıydılar artık.
Sonrasında mı? Ben bittim. Beşiktaş’lılığım hala devam ediyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder