İçindekiler
-
▼
2009
(55)
-
▼
Ağustos
(39)
- 7.Sayı Kapak
- İçindekiler
- BİZDEN
- Kapak konusu /Erkan GOLOĞLU
- Cem Yakışkan söyleşisi/Yumurtakafa YILMAZ
- Tırtır deleme/Namık KARTALOĞLU
- Medeni ittifak/Yumurtakafa YILMAZ
- Şampiyonluk kültürü/Ümit BAYEZİT
- Türkiye A Miili Futbol Takımı A.Ş. (Müseccel marka...
- Humma Yakobi/Namık KARTALOĞLU
- Hey gidi Karadeniz/İsmail Hakkı DEMİREL
- Erzurumspor amigosu Zafer söyleşisi/M.Fatih EKİCİ
- Şekeri eksik tatlı/Ahmet DURMAZ
- Abi maç kaç kaç?/Utkan ÇALIŞKAN
- Analiz/Gökhan GÜRGAN
- Sürgündeki tanrıça/Levent İŞBİLEN
- Satranç/Aykut İlker METE
- Bahattin Baba/Hakan KİREZCİ
- 7.Sayı Arka kapak
- 6.Sayı Kapak
- 6.Sayı içindekiler
- BİZDEN/Halkın Takımı
- Kapak konusu/Şafak BATMAN
- 19.03.1903 de doğdu şanlı kartalım… /Ümit BAYEZİT
- Ezber Bozuyoruz/Yumurtakafa YILMAZ
- Futbol ağalarının taraftar açmazı/Hakan KİREZCİ
- Etnik köken, kimlik sorunu ve benim özeleştirim/Er...
- 8 MART/Deniz AKKUŞ
- Gözlerim darağacımdır Şimdi AŞK…/Utkan ÇALIŞKAN
- Siyahıb zindan olsun.../Siyah Takım
- Beyazız çünkü.../Beyaz Takım
- Analiz/Gökhan GÜRGAN
- Yumurtakafa Yılmaz söyleşisi/ Mert Kavak
- Başkaldırının sınırlandırıldığı bir Dünyada(n)/Lev...
- Atölye/Cem ÖZEL
- Atölye/Cem ÖZEL
- Satranç/Aykut İlker METE
- Bahattin Baba
- 6.Sayı Arka Kapak
-
▼
Ağustos
(39)
26 Ağustos 2009 Çarşamba
BİZDEN
BİZDEN…
Birinci yaşımızı, 1 Mayıs’ta, Taksim 1 Mayıs Alanında kutladık emekçilerle el ele.
Kapak konumuzu bu kez Radikal yazarı Erkan GOLOĞLU yazdı. Kendisine teşekkür ediyoruz.
Profesyonel futbol takımımızın emeklerinin karşılığını şampiyonluk kupasıyla taçlandıracağı güne doğru hızla ilerliyoruz. 2. ligde mücadele eden Erkek Voleybol Takımımızın 1. lige çıkışını kutlamaya başladık bile.. Bunun yanı sıra Yıldız atletlerimizin ve B Genç futbol takımımızın şampiyonlukları ve kürekçilerimizin madalyalarıyla gururlandık.
Sevgimizin sokaklara taştığı bir günde “güvenlik nedeniyle” emniyetli bir biçimde kanadı kırılan kartalımız Cem Yakışkan, kadim dostu, mücadele arkadaşı Yumurtakafa Yılmaz’la sohbet etmiş. Biz de sizler için dinledik.
Gurbet kartallarımızdan Namık Kartaloğlu’nun aklına ise bu yoğun gündemde her ne hikmetse çocukluk yıllarında oynadığı topacı düşmüş. Tutmuş bizlere, yöresinde deleme denilen topacı ballandıra ballandıra anlatıyor. Ne diyelim; biz dinledik, siz de dinleyin.
Yumurtakafa Yılmaz bu kez çift vuruşu Obama güme kullanmış. Hakem düdüğü bekle demişti ama Yılmaz’ın ne düdükleri duyacak ne de dinleyecek hali var.
Şampiyonluk nedir biliyoruz. Peki şampiyonluk kültürü nedir? Cevabı Ümit Bayezit vermiş
Eski dostumuz Kenan Özcan yaşadığı ve yaşattığı toprak saha ruhunu ezen bir konuyu gündeme taşıyor bu sayımızda.
Ortak takımımız milli takımın nasıl sponsor takımı haline geldiğine dair nefis bir analizini görmezden gelemezdik; sizler de görün istedik.
RTIIK (Rinkeby Tensta International Idrott Klubb) Kız futbol takımı oyuncusu-kaptanı olan Humma Yakobi 16 yaşında Afganlı bir genç kız. 4 Mart günü Stockholm Spor Federasyonu’nun Folksam husetteki Burs ödülü, kız futboluna olan tutkusu, kız futbolunun popüler olmayan ülkelerden göç eden kız futbolcuların yolunu açmak için tepkilere inatla karşı duruşundan dolayı Humma’ya verildi. Namık Kartaloğlu’nun Bu konudaki gazete haberlerinden derleyerek bizler için hazırladığı çevirisini sayfalarımızda bulabilirsiniz.
Hemşehrisi Kazım Koyuncu’ nun aramızdaki dinmeyen sesi İsmail Hakkı Demirel kara ile denizin arasını açan Karadeniz sahil yoluna kazma vurmaya çalışıyor yazısıyla. İsmail’in bu güzel makalesini sizlerle paylaşıyoruz.
Mustafa Fatih Ekici yöresinin takımı Erzurumspor’un tribün lideri Zafer’le uzun bir söyleşisini göndermiş bize. Dadaşların tribünlerinden gelen bu sesi sizlerle paylaşmak istedik.
Şekeri eksik tatlı! Ahmet Durmaz’ın kız arkadaşıyla başını belaya sokacak gibi görünen bu yazısını özel izinle ve endişeyle yayımlıyoruz. Haydi hayırlısı.
Utkan Çalışkan maç öncelerini yaşamış, gözlemlemiş, gülmüş ve yazmış.
Halkın Takımı Atölyesinde bu sayımızı Levent İşbilen kardeşimizin “Sürgündeki Tanrıça” öyküsüne ayırdık. Zevkle okumanızı dileriz.
Bunların dışında Gökhan Gürgan’ın son iki aya ilişkin analizini ve Aykut İlker Mete hocamızın satranç dersleriniher zaman olduğu gibi dergimiz sayfalarında bulabilirsiniz.
Bahattin Baba - Neyzen buluşması ise geçtiğimiz ayın en önemli olayıydı.
2. Yaşımızı çifte şampiyonluğumuzla birlikte kutlayacağımıza olan inancımızı vurgulayarak 8. sayımızda buluşmak üzere.
Kapak konusu /Erkan GOLOĞLU
YAKINDAN KUMANDA
Erkan GOLOĞLU
Halkın Takımı
Bizim nesil solcuların futbol sevgisi, tamamıyla illegalite üzerine kurulmuştur. 70’li yıllardan söz ediyorum. Futbolla bir tür yasak aşk yaşardık. Sadece çok yakın arkadaşlar birbirlerinin tuttuğu takımı bilir, ama pazartesi sabahlarına ‘haftanın kritiği’ni taşımaya cesaret edemezdik. Ne de olsa futbol, din gibi halkın afyonuydu.
Amatör kümede Çalışkanlar’ın hiç bir maçını kaçırmayan Taci, işçi gençlikten bir çocuktu. Her ikisinin de tadını bildiğinden olsa gerek, “Harbiden de futbol, afyon gibi Erkan ağbi” diyordu.
Gerçi hayat da doğrusu, hem çok hızlı, hem de çok farklı mecralarda akmaktaydı. Futbol, hayatı ve dünyayı değiştirmeye çalışırken, zaman ve zemin olarak oynamaya müsait değildi. Yalandan dolandan bahar turnuvaları filan bazen düzenlenirdi ama, o da örgütlemenin aracı olarak...
Bu heyecanın su yüzüne çıkmasına vesile olan şey, ne yazık ki 12 Eylül oldu. Hem içerde, hem de dışarda bizim nesil ufaktan ufağa taraftarlığını hatırlamaya başladı. Gizli buluşmalar yerini, orta yerde sarılıp öpüşmelere bıraktı. Zaman zaman, teşkilatın ağır ağbilerini kızdıracak kadar “Seviyorum ulan var mı ötesi” durumlarına da şahit olduk ama bunlar bile hoşgörüyle karşılandı. Her şeyde olduğu gibi bu mevzuda da kısa zamanda açıklarımızı kapatarak, diplomasız teknik direktör olacak kadar kendimizi geliştirdik.
Fazla malumatfuruşluk yapmayayım. Meraklısı, İletişim Yayınları’ndan çıkan ‘Futbol ve Kültürü’ kitabında, Adnan Bostancıoğlu’nun ‘Futbol ve Solculuk’ yazısını bilhassa okusun.
Bu kadar lafı, 1 Mayıs’ta Taksim Alanı’nda açılan bir pankartı gördüğüm
için ettim. 32 yıl sonra, ‘makul azınlık’la girilen alanda ‘Halkın Takımı’ pankartını açanlara gönülden selam etmek için, hatıralarımı da yardıma çağırmam gerekti.
Halkın Takımı, Beşiktaşlı bir taraftar grubu. Aynı adla çıkardıkları bir dergi var. Şahsen keyif alarak okuduğum bir dergi. Ayrıca internette forum sayfalarını da takip edebilirsiniz.
Ama bu 1 Mayıs’ta yaptıkları, hat-trick ötesidir. Her birimizin futbolu sevmeye başladığı o güzel günlere vefalı olmak, ancak bu kadar iyi anlatılabilirdi. Taraftar olmanın, hayata taraf olmak, hayatın hafızasına sahip çıkmak, en önemlisi vicdan sahibi olmak anlamına geldiğini bize gösterdiler.
Takımları şampiyon olsun olmasın, bu sezonun şampiyonu, tartışmasız Halkın Takımı’dır. Hem de açık ara!
(5 Mayıs 2009- RADİKAL)
Cem Yakışkan söyleşisi/Yumurtakafa YILMAZ
Cem, semtte doğup yaşayan ve bu tribüne hayat vererek çArşı oluşumunu buralara taşıyan emekçilerden birisin. İlk gittiğin resmi müsabakayı hatırlıyor musun? Bu aşk sende nasıl başladı?
1977 yılıydı sanırım, mahalledeki arkadaşlar ile birlikte bir BEŞİKTAŞ-Bolu maçına gitmiştik. O zamanki kadromuzda meşhur Zekeriya, Kör Tuğrul ve rakiplerin “Şaban mööö mööö mö” diye bağırdığı Şaban vardı. Cüneyt (kardeşim), Talip ve Onur ile birlikte gitmiştik ve maçı da 2–1 almıştık. Golleri kimin attığını sorma hatırlamıyorum belki Paunoviç atmış olabilir.
Pekala sormayacağız. Unutamadığın maç hangisi desek.
1981 yılında şampiyon olduğumuz yıl sondan ikinci maçımızdı sanırım. Sıkıyönetim zamanı, sokağa çıkma yasağı var. Sabah 05.00’den sonra çıkılabiliyor. Dayanamadım, sabah saat 04.00’de kalkıp çıktım sokağa. Ara sokaklardan ve ağaçların aralarından saklanarak İnönü Stadına vardım birde ne göreyim? Kuyrukta benden hariç yaklaşık 500 taraftar daha var. O zamanlar maçlar 14.00’de oynanıyor ve maç biletini sadece stattaki kuyruklara girerek alabiliyorsun. Netice olarak Trabzon ile golsüz berabere kaldık; ertesi hafta da Eskişehir’i yenerek şampiyon olduk. O yasaklı dönemlerde BEŞİKTAŞ sevgisini yüreğinde taşıyanlar yasak falan dinlemeden, her şeyi göze alarak sabahın erken saatlerinde maça girmek için kuyrukta yerlerini almışlardı ve maçın başlamasına 3 saat kala da kapılar kapanmıştı.
Bildiğimiz kadarıyla Cüneyt ile kardeşsiniz. Efsane Başkan OPTİK yanlışlıkla Cüneyt’i karnından bıçaklamış; nasıl oldu bu olay anlatır mısın?
Henüz gençliğe ilk adım atış dönemlerimizdi. Hepimizin elinde, cebinde emanet var; yani moda gibi bir şey o sıralar. Emanetleri çıkardık şakalaşıyoruz derken Cüneyt optiğe doğru yükseldi. Biz gülüyoruz falan, bir baktık bıçak kanlı. Cüneyt’ te farkında değil. Deri kesilmiş ve bağırsakları sadece ince bir zar tutuyor. Korktuk, hemen bir eczaneye koştuk. Eczacı acilen hastaneye gitmemiz gerektiğini söyledi. Atladık taksiye ki o esnada zar yırtıldı ve bağırsaklar dışarı förtleyiverdi. Biz elimizle bağırsakları tekrar Cüneyt’in karnına sokmaya çalışıyoruz. Paniklediğimiz için olayın vahametinin farkında değiliz. Bir de eve hesap verme durumu var tabii. Neyse, Cüneyt üç ay çile çekmek zorunda kaldı.
Tribünde belli bir saygınlığın ve demokrat bir yapın var. Bu nasıl oluştu anlatır mısın?
Biz daima garibanlara sahip çıkmaya çalışan, vicdani bir tutum izledik. Bu da bizim halkın içinden biri olmamızdan kaynaklı bir durum. Tribüne emek verenler hep garibandı. Farklı siyasi görüşten olsak ta herkes ile birleştiğimiz noktalar vardı; en başta da BEŞİKTAŞ sevgisi olmak üzere. Birbirimizin düşüncelerine saygı duymayı hayatın içinde öğrendik. Bizatihi halkın ta kendisiyiz yani. Örneğin şu an mecliste hala beni temsil edecek bir parti görebilmiş değilim. Ulu önder Mustafa Kemal ATATÜRK’ü değişmez önder olarak görüyorum ve benim nazarımda öyle de kalacaktır; kimse bunu değiştiremez. Bu konuda tüm arkadaşlar ile hemfikir olduğumuzdan tribüne siyaseti sokmamaya çalıştık.
Yönetimin tutumu ile stadın yenilenmesi hakkındaki görüşünü alabilir miyiz?
BEŞİKTAŞ yönetimini başarılı bulmadığımı söyleyeyim evvela. Başarının göstergesi nedir diye sormak lazım. Tabii ki yok ancak Başkan çok iyi bir BEŞİKTAŞ’lı. Bu devirde kim cebinden çıkarıp 50–100 milyon TL. verir? Başkanın seçim tercihleri hatalı, kimse elini cebine atmıyor ve biraz da şanssız sanırım. Yine de BEŞİKTAŞ’ımıza kazandırdığı yatırımlar -ama hatalı, ama eksik- çok önemli çalışmalardır. Tek başına da ancak bu kadar çevirebiliyor. Şunu söyleyeyim bazı şeyleri çok iyi öğrendi. Gerçi pahalıya mal oldu ama neylersin.
Gelelim stadın yıkılıp yeniden yapılması meselesine. Biz istesek de istemesek de stadımız (mabedimiz) gerek beton ve gerekse demir açısından çürümeye başladı. Tamirle falan olacak işler de değil bunlar. Yani yapı itibariyle her geçen gün güvenilirliğini yitirmekte.
Eğer yenileme çalışması yapılacaksa başka bir projeye gerek yok. Biraz kapasiteyi arttırarak ruhunu kaybetmeden şu anki projeye uygun yapılabilir. Belki gözden kaçan bir şey var. Deniz ve kara trafiği açısından Türkiye’ de en kolay ulaşımı olan stat bizimkidir.
Geriden gelen genç nesli nasıl değerlendiriyorsun?
Ben yeni nesilden umutluyum, hepsi de pırıl pırıl. Birkaç tane kardeşimizin eksik hareketleri olabilir onu da zamanla düzelteceklerdir. Biz sadece BEŞİKTAŞ’ı sevdik. Herhangi bir menfaatin peşinde olmadık. Aksine hep fedakarlıkta bulunan biz olduk. Bazıları soruyor “ Onlar BEŞİKTAŞ’a ne verdi?” diye. Vallahi kendisi ne vermiş ki anlayabilmiş değilim ama bizim kuşak hayatını verdi ve tek bir adımımızda dahi pişmanlık duymadık. Aynı bedeli, aynı arkadaşlar ile birlikte seve seve yine öderim.
Sadakate her zaman önem vermişimdir. Gençlere tavsiyem; beni ya da bir başkasını değil sadece BEŞİKTAŞ’ı sevsinler. BEŞİKTAŞ’lılık duruşu budur ve yakışanı da budur; onu söyleyeyim. Emek vermeden de bir şey elde etmenin tadı tuzu olmaz ve değerlerini koruyamıyorsan artık başkalaşıyorsundur bu nedenle her kes başarı için çok çalışmalı.
Birçok arkadaşımız şu an aramızda yok. Takip ettiğimiz kadarıyla her fırsatta mezarlarını ziyaret ediyorsun. Kaybettiğin arkadaşların arasında en çok hangilerine üzülüyorsun?
Öncelikle bütün arkadaşlarım benim için değerlidir. Dedim ya sadakate çok önem veririm. Ancak Cüce AYHAN, Pembe HASAN, Koko CAVİT kaybettiğimiz arkadaşlar içerisinde en çok üzüldüklerim. Bazen bu arkadaşlar ile birlikte aç kaldığımız dönemler de oldu, bazen bir simidi paylaştığımız anlar da. Bu arkadaşlar yokluk ve yoksulluk içinde yaşadı. Sahipsizlikten ve çaresizlikten kaybettik onları. O süreçte imkânlarımız kısıtlı olmasına karşın çok çaba gösterdik ama yetmedi. Nitekim tercih hakları yoktu. Optik, Soner ve Serkan; hepsi de benim için değerliydi. Optik dışarı çıktığında herkes gibi ben de umutluydum ama olmadı işte… Sadece onları değil, ben hala Façalı Ali ile Aykut’unda mezarlarını ziyaret ederim.
Gelelim Kayseri maçındaki kolluk kuvvetlerinin tutumu ile Alen’in özür meselesine. Bunlar için ne diyorsun?
Kolluk kuvvetlerinin gerçekleştirdiği şiddet çok gereksizdi. Ben konunun dışında olduğum halde taraftarların önüne geçerek yatıştırmaya çalıştım. Bu sefer polisler panikledi ve her şey bir anda oluverdi, haliyle hedefte olan da ben oldum. Yere düştüğüm zaman kolum kırıldı 3–4 haftadır alçıda. Bizim açımızdan da özür dilemeyi gerektirecek bir olay yok. Olayı şişe atan taraftarlar başlattı diyorlar, böyle bir şey yoktur. Bence polislerin gereksiz yere kimyasal silah kullanmasından kaynaklandı her şey. Şölenimizi zehir etme konusunda ellerinden geleni yaptılar ve maalesef yine bizi haksız çıkardılar. Alen’in durumu ise her zamanki gibi işte, yorum yapmaya gerek yok. Ben de yorum yapmıyorum.
Geleceğe ilişkin ne gibi düşünceler taşıyorsun? Umutlu musun?
Geleceğe ilişkin birçok düşüncem var. Hepsini değil de bir kaçını anlatayım. Kulüpte söz sahibi olmak için kulübe üye olmak lazım ve o üyelerin de aidatlarını eksiksiz, sektirmeden yatırması gerekir. Hatalı kararlar yüzünden takımın taraftara sattığı ürün kazancı çok düşük kalıyor. Bu sefer de ne oluyor? Akla hayale gelmeyecek şekilde ruhunuzu parayla satın almak isteyen tekliflerle sponsorlar devreye giriyor. Bu işleri sponsorlardan alınacak paraya bırakırsak para gelir belki ama karşılığında biz ruhumuzu kaybetmiş oluruz. Bu sorunları çözüm planları ile birlikte ele almamız için üye sayımızı yükseltmemiz ve önerilerimizi dikkate aldıracak güce erişmemiz gerekir.
Dejenere olmuş kirli ilişkiler ile ortak hareket edilmemesi gerekir. Sonuçta bu işler gönül işidir. Şu an altyapımız tam bir felaket. Dışarıdan alınan sponsor paraları bize hiçbir şey veremeyen pahalı oyuncaklara gitti. Adı sanı duyulmayan oyuncular medya tarafında şişirilerek getirildi ve birilerine çok paralar kazandırıldı. Sonuçta da hep kaybeden Başkan ve biz olduk. Dikkat edin dünyanın hiçbir yerinde rekabeti kaybedenlerin yanında hiç kimse olmaz. Bu sadece BEŞİKTAŞ’lılara özgü bir şey. Bazıları acıları zevke dönüştürdüğümüz kanısına kapılıyor ki bu daha büyük bir hata. Bu, camiamızın sadakate ne kadar önem verdiğini göstermektedir. Önemli olan bu sevgiye layık oyuncularla bu işi götürmekte. Ruh dediğimiz de budur esasında.
Son olarak konumuzun dışında bir şey sormak istiyoruz. Bildiğimiz kadarıyla Büyük BEŞİKTAŞ çArşısı içinde bulunan Postanenin bulunduğu katta işlettiğin bir mağazan var. Ekonomik kriz seni de etkiledi mi? işleriniz ne durumda?
Vallahi esnaf olup da işi iyi olan çok azdır herhalde. Kapitalizmin beşiği ABD’de başlayan ve tüm dünyayı etkileyen bu kriz maalesef işlerimizi durma noktasına getirdi. İşin ilginci parası olan da alış veriş yapmıyor. Mağazamızda fiyatlarımızı yarı yarıya indirdik, en azından masrafları karşılayalım diye maalesef o da olmadı. Bakalım nereye kadar dayanabileceğiz. Biz de bilmiyoruz.
Bu kadar yoğun bir zamanda HALKIN TAKIMI’na zaman ayırdığın için teşekkür ederiz. Umarız BEŞİKTAŞ’ımız bu sene ipi göğüsleyerek şampiyon olur. İşlerinde de bol kazançlar dileğiyle… Allah yardımcımız olsun.
Sağolasın, ben de başarılarınızın devamını diliyorum.
1977 yılıydı sanırım, mahalledeki arkadaşlar ile birlikte bir BEŞİKTAŞ-Bolu maçına gitmiştik. O zamanki kadromuzda meşhur Zekeriya, Kör Tuğrul ve rakiplerin “Şaban mööö mööö mö” diye bağırdığı Şaban vardı. Cüneyt (kardeşim), Talip ve Onur ile birlikte gitmiştik ve maçı da 2–1 almıştık. Golleri kimin attığını sorma hatırlamıyorum belki Paunoviç atmış olabilir.
Pekala sormayacağız. Unutamadığın maç hangisi desek.
1981 yılında şampiyon olduğumuz yıl sondan ikinci maçımızdı sanırım. Sıkıyönetim zamanı, sokağa çıkma yasağı var. Sabah 05.00’den sonra çıkılabiliyor. Dayanamadım, sabah saat 04.00’de kalkıp çıktım sokağa. Ara sokaklardan ve ağaçların aralarından saklanarak İnönü Stadına vardım birde ne göreyim? Kuyrukta benden hariç yaklaşık 500 taraftar daha var. O zamanlar maçlar 14.00’de oynanıyor ve maç biletini sadece stattaki kuyruklara girerek alabiliyorsun. Netice olarak Trabzon ile golsüz berabere kaldık; ertesi hafta da Eskişehir’i yenerek şampiyon olduk. O yasaklı dönemlerde BEŞİKTAŞ sevgisini yüreğinde taşıyanlar yasak falan dinlemeden, her şeyi göze alarak sabahın erken saatlerinde maça girmek için kuyrukta yerlerini almışlardı ve maçın başlamasına 3 saat kala da kapılar kapanmıştı.
Bildiğimiz kadarıyla Cüneyt ile kardeşsiniz. Efsane Başkan OPTİK yanlışlıkla Cüneyt’i karnından bıçaklamış; nasıl oldu bu olay anlatır mısın?
Henüz gençliğe ilk adım atış dönemlerimizdi. Hepimizin elinde, cebinde emanet var; yani moda gibi bir şey o sıralar. Emanetleri çıkardık şakalaşıyoruz derken Cüneyt optiğe doğru yükseldi. Biz gülüyoruz falan, bir baktık bıçak kanlı. Cüneyt’ te farkında değil. Deri kesilmiş ve bağırsakları sadece ince bir zar tutuyor. Korktuk, hemen bir eczaneye koştuk. Eczacı acilen hastaneye gitmemiz gerektiğini söyledi. Atladık taksiye ki o esnada zar yırtıldı ve bağırsaklar dışarı förtleyiverdi. Biz elimizle bağırsakları tekrar Cüneyt’in karnına sokmaya çalışıyoruz. Paniklediğimiz için olayın vahametinin farkında değiliz. Bir de eve hesap verme durumu var tabii. Neyse, Cüneyt üç ay çile çekmek zorunda kaldı.
Tribünde belli bir saygınlığın ve demokrat bir yapın var. Bu nasıl oluştu anlatır mısın?
Biz daima garibanlara sahip çıkmaya çalışan, vicdani bir tutum izledik. Bu da bizim halkın içinden biri olmamızdan kaynaklı bir durum. Tribüne emek verenler hep garibandı. Farklı siyasi görüşten olsak ta herkes ile birleştiğimiz noktalar vardı; en başta da BEŞİKTAŞ sevgisi olmak üzere. Birbirimizin düşüncelerine saygı duymayı hayatın içinde öğrendik. Bizatihi halkın ta kendisiyiz yani. Örneğin şu an mecliste hala beni temsil edecek bir parti görebilmiş değilim. Ulu önder Mustafa Kemal ATATÜRK’ü değişmez önder olarak görüyorum ve benim nazarımda öyle de kalacaktır; kimse bunu değiştiremez. Bu konuda tüm arkadaşlar ile hemfikir olduğumuzdan tribüne siyaseti sokmamaya çalıştık.
Yönetimin tutumu ile stadın yenilenmesi hakkındaki görüşünü alabilir miyiz?
BEŞİKTAŞ yönetimini başarılı bulmadığımı söyleyeyim evvela. Başarının göstergesi nedir diye sormak lazım. Tabii ki yok ancak Başkan çok iyi bir BEŞİKTAŞ’lı. Bu devirde kim cebinden çıkarıp 50–100 milyon TL. verir? Başkanın seçim tercihleri hatalı, kimse elini cebine atmıyor ve biraz da şanssız sanırım. Yine de BEŞİKTAŞ’ımıza kazandırdığı yatırımlar -ama hatalı, ama eksik- çok önemli çalışmalardır. Tek başına da ancak bu kadar çevirebiliyor. Şunu söyleyeyim bazı şeyleri çok iyi öğrendi. Gerçi pahalıya mal oldu ama neylersin.
Gelelim stadın yıkılıp yeniden yapılması meselesine. Biz istesek de istemesek de stadımız (mabedimiz) gerek beton ve gerekse demir açısından çürümeye başladı. Tamirle falan olacak işler de değil bunlar. Yani yapı itibariyle her geçen gün güvenilirliğini yitirmekte.
Eğer yenileme çalışması yapılacaksa başka bir projeye gerek yok. Biraz kapasiteyi arttırarak ruhunu kaybetmeden şu anki projeye uygun yapılabilir. Belki gözden kaçan bir şey var. Deniz ve kara trafiği açısından Türkiye’ de en kolay ulaşımı olan stat bizimkidir.
Geriden gelen genç nesli nasıl değerlendiriyorsun?
Ben yeni nesilden umutluyum, hepsi de pırıl pırıl. Birkaç tane kardeşimizin eksik hareketleri olabilir onu da zamanla düzelteceklerdir. Biz sadece BEŞİKTAŞ’ı sevdik. Herhangi bir menfaatin peşinde olmadık. Aksine hep fedakarlıkta bulunan biz olduk. Bazıları soruyor “ Onlar BEŞİKTAŞ’a ne verdi?” diye. Vallahi kendisi ne vermiş ki anlayabilmiş değilim ama bizim kuşak hayatını verdi ve tek bir adımımızda dahi pişmanlık duymadık. Aynı bedeli, aynı arkadaşlar ile birlikte seve seve yine öderim.
Sadakate her zaman önem vermişimdir. Gençlere tavsiyem; beni ya da bir başkasını değil sadece BEŞİKTAŞ’ı sevsinler. BEŞİKTAŞ’lılık duruşu budur ve yakışanı da budur; onu söyleyeyim. Emek vermeden de bir şey elde etmenin tadı tuzu olmaz ve değerlerini koruyamıyorsan artık başkalaşıyorsundur bu nedenle her kes başarı için çok çalışmalı.
Birçok arkadaşımız şu an aramızda yok. Takip ettiğimiz kadarıyla her fırsatta mezarlarını ziyaret ediyorsun. Kaybettiğin arkadaşların arasında en çok hangilerine üzülüyorsun?
Öncelikle bütün arkadaşlarım benim için değerlidir. Dedim ya sadakate çok önem veririm. Ancak Cüce AYHAN, Pembe HASAN, Koko CAVİT kaybettiğimiz arkadaşlar içerisinde en çok üzüldüklerim. Bazen bu arkadaşlar ile birlikte aç kaldığımız dönemler de oldu, bazen bir simidi paylaştığımız anlar da. Bu arkadaşlar yokluk ve yoksulluk içinde yaşadı. Sahipsizlikten ve çaresizlikten kaybettik onları. O süreçte imkânlarımız kısıtlı olmasına karşın çok çaba gösterdik ama yetmedi. Nitekim tercih hakları yoktu. Optik, Soner ve Serkan; hepsi de benim için değerliydi. Optik dışarı çıktığında herkes gibi ben de umutluydum ama olmadı işte… Sadece onları değil, ben hala Façalı Ali ile Aykut’unda mezarlarını ziyaret ederim.
Gelelim Kayseri maçındaki kolluk kuvvetlerinin tutumu ile Alen’in özür meselesine. Bunlar için ne diyorsun?
Kolluk kuvvetlerinin gerçekleştirdiği şiddet çok gereksizdi. Ben konunun dışında olduğum halde taraftarların önüne geçerek yatıştırmaya çalıştım. Bu sefer polisler panikledi ve her şey bir anda oluverdi, haliyle hedefte olan da ben oldum. Yere düştüğüm zaman kolum kırıldı 3–4 haftadır alçıda. Bizim açımızdan da özür dilemeyi gerektirecek bir olay yok. Olayı şişe atan taraftarlar başlattı diyorlar, böyle bir şey yoktur. Bence polislerin gereksiz yere kimyasal silah kullanmasından kaynaklandı her şey. Şölenimizi zehir etme konusunda ellerinden geleni yaptılar ve maalesef yine bizi haksız çıkardılar. Alen’in durumu ise her zamanki gibi işte, yorum yapmaya gerek yok. Ben de yorum yapmıyorum.
Geleceğe ilişkin ne gibi düşünceler taşıyorsun? Umutlu musun?
Geleceğe ilişkin birçok düşüncem var. Hepsini değil de bir kaçını anlatayım. Kulüpte söz sahibi olmak için kulübe üye olmak lazım ve o üyelerin de aidatlarını eksiksiz, sektirmeden yatırması gerekir. Hatalı kararlar yüzünden takımın taraftara sattığı ürün kazancı çok düşük kalıyor. Bu sefer de ne oluyor? Akla hayale gelmeyecek şekilde ruhunuzu parayla satın almak isteyen tekliflerle sponsorlar devreye giriyor. Bu işleri sponsorlardan alınacak paraya bırakırsak para gelir belki ama karşılığında biz ruhumuzu kaybetmiş oluruz. Bu sorunları çözüm planları ile birlikte ele almamız için üye sayımızı yükseltmemiz ve önerilerimizi dikkate aldıracak güce erişmemiz gerekir.
Dejenere olmuş kirli ilişkiler ile ortak hareket edilmemesi gerekir. Sonuçta bu işler gönül işidir. Şu an altyapımız tam bir felaket. Dışarıdan alınan sponsor paraları bize hiçbir şey veremeyen pahalı oyuncaklara gitti. Adı sanı duyulmayan oyuncular medya tarafında şişirilerek getirildi ve birilerine çok paralar kazandırıldı. Sonuçta da hep kaybeden Başkan ve biz olduk. Dikkat edin dünyanın hiçbir yerinde rekabeti kaybedenlerin yanında hiç kimse olmaz. Bu sadece BEŞİKTAŞ’lılara özgü bir şey. Bazıları acıları zevke dönüştürdüğümüz kanısına kapılıyor ki bu daha büyük bir hata. Bu, camiamızın sadakate ne kadar önem verdiğini göstermektedir. Önemli olan bu sevgiye layık oyuncularla bu işi götürmekte. Ruh dediğimiz de budur esasında.
Son olarak konumuzun dışında bir şey sormak istiyoruz. Bildiğimiz kadarıyla Büyük BEŞİKTAŞ çArşısı içinde bulunan Postanenin bulunduğu katta işlettiğin bir mağazan var. Ekonomik kriz seni de etkiledi mi? işleriniz ne durumda?
Vallahi esnaf olup da işi iyi olan çok azdır herhalde. Kapitalizmin beşiği ABD’de başlayan ve tüm dünyayı etkileyen bu kriz maalesef işlerimizi durma noktasına getirdi. İşin ilginci parası olan da alış veriş yapmıyor. Mağazamızda fiyatlarımızı yarı yarıya indirdik, en azından masrafları karşılayalım diye maalesef o da olmadı. Bakalım nereye kadar dayanabileceğiz. Biz de bilmiyoruz.
Bu kadar yoğun bir zamanda HALKIN TAKIMI’na zaman ayırdığın için teşekkür ederiz. Umarız BEŞİKTAŞ’ımız bu sene ipi göğüsleyerek şampiyon olur. İşlerinde de bol kazançlar dileğiyle… Allah yardımcımız olsun.
Sağolasın, ben de başarılarınızın devamını diliyorum.
Tırtır deleme/Namık KARTALOĞLU
Tırtır deleme
Hepimiz topaç oynamışız. Benim evde şu an bile (45 yaşındayım yani eşşek kadar herifim) halen topaç bulunduruyorum ve bazen oynarım da.
Topaç oynamak bir sanattır. Sadece topacı yere atıp dönmesini beklemek değil olay, tam yalpalayacağı zaman sicimle ucundan dokundurup bir daha onu süratlendirmek. Hani kaşkolumuzun ucu boynumuzdan sarktığı zaman şöyle yana savurarak tekrar boynumuza atarız ya o şekilde sicimi topacın çivisine sarıp yukarı doğru hızla çektiğimizde topaç yerden havaya doğru fırlar ve elimizin ayasına kondururuz. Gerdiğimiz el ayamızda bir süre döndükten sonra (hoş bir duygusu olur dönme esnasında, elimizi gıdıklar) ve orada yalpalamaya başladığı zaman sicimimizin ucuyla topaca çelme atarız ve sicimin ucundan aşağı iner. Sicimin dönüş noktasına geldiğini hissetmek bir sanat olayıdır. O anı hissetmek için bir yüz saat sürekli topaç çevirmek gerek. O dönüş noktasına geldiğinde yukarı doğru sicimi çektiğimizde topaç bu defa yukarı doğru sicimi okşayarak çıkar ve bunu en çok ve sürekli yapan mahallenin Topaç çevirme ustasıdır. Ben ancak 15, taş çatlasın 20 defa çevirebiliyordum. Mahalleden öyle arkadaşlarım vardı ki onlar topaç cevirmeye başladıklarında biz eve yemek yemeye giderdik, gelirdik ve onlar halen devam ediyor olurlardı. Yani eğlenen onlardı biz değil.
Topacın kalitesi
Birinci faktör: Topacı yapan ustanın ustalığından gelir. Topaç ağaç ve at nalı çivisinden yapılır. Topacın ağacı huni şeklinde yapılır ve tepesi yuvarlaktır. Yuvarlak kısmı huni kısmın ortasına oturmalı, eğer o yuvarlağın merkezi huninin sivri merkeziyle paralel değilse o topaç yalpalar. Ağacında düğüm olmamalıdır çünkü düğüm diğer bölümden daha sığ olduğundan düğüm olan taraf ağırdır ve topacın dengesini bozar; yine yalpalar.
İkinci faktör: Topacın çivisinin çakılacağı merkez tamamen dik olmalı yoksa o da dengeyi bozar. Yalpalama kaçınılmazdır.
Üçüncü faktör: Çivi dik olmalı, dik olmayan çivi yalpalar ve topacınız döndüğü süre içinde hep sarhoş sarhoş döner.
Yukarda saydığım özellikler topacı yapan ustanın ustalığına bağlıydı. Bir de bizim ustalığımız veya emeğimiz vardı işin içinde ki bu emek bence hiç de göz ardı edilmeyecek bir emekti çünkü o topaç kişilik kazanırdı kullananın elinde.
Küçücük bedenlerimizi taşır esnaflar sanatkârların çarşısına inerdik. Orda topaç satan dükkânları gezerdik. Topaçta kullanılan ağacın ne ağacı olduğunu bilmediğimiz halde, elleyerek kalite kontrolünden geçirirdik. En nihayetinde, saatler sonra topaç alınmış olarak koşa koşa eve gelinirdi. Daha yapacak çok iş vardı.
Topaç marangoz amcadan dilenilen zımpara kâğıdıyla güzel bir zımparalanırdı. Ardından renkli kalemlerle üstü işlenirdi. İşlenilen resim özel bir tasarımdı çünkü döndüğünde o resimden de bir şeyler çıkmalıydı topaçta. Sonra analardan ceviz alınır, cevizler kırılır, havanlarda dövülür, ufaltılırdı. Bir beze serildikten sonra topaç iyice ovulurdu o ceviz tozuyla ve o topaç bir mobilya ustasının yaptığı ustalıkta cilalanmış olurdu. Artık kullanıma hazırdı. Bu boya cila süresi de bir iki gün sürerdi. Bazı oto fuarlarında görülen açılışlar gibi topaç da gösterime hazırdı artık…
Her şehrin veya bölgenin topaç için bir ismi vardır. Biz Deleme derdik. Ucu eğri delemeye de Tırtır deleme derdik; sürekli yalpaladığı ve ne zaman ne yöne kayacağı belli olmadığı için.
Bu yazım tüm tırtır delemelere ithaf edilmiştir.
Hepimiz topaç oynamışız. Benim evde şu an bile (45 yaşındayım yani eşşek kadar herifim) halen topaç bulunduruyorum ve bazen oynarım da.
Topaç oynamak bir sanattır. Sadece topacı yere atıp dönmesini beklemek değil olay, tam yalpalayacağı zaman sicimle ucundan dokundurup bir daha onu süratlendirmek. Hani kaşkolumuzun ucu boynumuzdan sarktığı zaman şöyle yana savurarak tekrar boynumuza atarız ya o şekilde sicimi topacın çivisine sarıp yukarı doğru hızla çektiğimizde topaç yerden havaya doğru fırlar ve elimizin ayasına kondururuz. Gerdiğimiz el ayamızda bir süre döndükten sonra (hoş bir duygusu olur dönme esnasında, elimizi gıdıklar) ve orada yalpalamaya başladığı zaman sicimimizin ucuyla topaca çelme atarız ve sicimin ucundan aşağı iner. Sicimin dönüş noktasına geldiğini hissetmek bir sanat olayıdır. O anı hissetmek için bir yüz saat sürekli topaç çevirmek gerek. O dönüş noktasına geldiğinde yukarı doğru sicimi çektiğimizde topaç bu defa yukarı doğru sicimi okşayarak çıkar ve bunu en çok ve sürekli yapan mahallenin Topaç çevirme ustasıdır. Ben ancak 15, taş çatlasın 20 defa çevirebiliyordum. Mahalleden öyle arkadaşlarım vardı ki onlar topaç cevirmeye başladıklarında biz eve yemek yemeye giderdik, gelirdik ve onlar halen devam ediyor olurlardı. Yani eğlenen onlardı biz değil.
Topacın kalitesi
Birinci faktör: Topacı yapan ustanın ustalığından gelir. Topaç ağaç ve at nalı çivisinden yapılır. Topacın ağacı huni şeklinde yapılır ve tepesi yuvarlaktır. Yuvarlak kısmı huni kısmın ortasına oturmalı, eğer o yuvarlağın merkezi huninin sivri merkeziyle paralel değilse o topaç yalpalar. Ağacında düğüm olmamalıdır çünkü düğüm diğer bölümden daha sığ olduğundan düğüm olan taraf ağırdır ve topacın dengesini bozar; yine yalpalar.
İkinci faktör: Topacın çivisinin çakılacağı merkez tamamen dik olmalı yoksa o da dengeyi bozar. Yalpalama kaçınılmazdır.
Üçüncü faktör: Çivi dik olmalı, dik olmayan çivi yalpalar ve topacınız döndüğü süre içinde hep sarhoş sarhoş döner.
Yukarda saydığım özellikler topacı yapan ustanın ustalığına bağlıydı. Bir de bizim ustalığımız veya emeğimiz vardı işin içinde ki bu emek bence hiç de göz ardı edilmeyecek bir emekti çünkü o topaç kişilik kazanırdı kullananın elinde.
Küçücük bedenlerimizi taşır esnaflar sanatkârların çarşısına inerdik. Orda topaç satan dükkânları gezerdik. Topaçta kullanılan ağacın ne ağacı olduğunu bilmediğimiz halde, elleyerek kalite kontrolünden geçirirdik. En nihayetinde, saatler sonra topaç alınmış olarak koşa koşa eve gelinirdi. Daha yapacak çok iş vardı.
Topaç marangoz amcadan dilenilen zımpara kâğıdıyla güzel bir zımparalanırdı. Ardından renkli kalemlerle üstü işlenirdi. İşlenilen resim özel bir tasarımdı çünkü döndüğünde o resimden de bir şeyler çıkmalıydı topaçta. Sonra analardan ceviz alınır, cevizler kırılır, havanlarda dövülür, ufaltılırdı. Bir beze serildikten sonra topaç iyice ovulurdu o ceviz tozuyla ve o topaç bir mobilya ustasının yaptığı ustalıkta cilalanmış olurdu. Artık kullanıma hazırdı. Bu boya cila süresi de bir iki gün sürerdi. Bazı oto fuarlarında görülen açılışlar gibi topaç da gösterime hazırdı artık…
Her şehrin veya bölgenin topaç için bir ismi vardır. Biz Deleme derdik. Ucu eğri delemeye de Tırtır deleme derdik; sürekli yalpaladığı ve ne zaman ne yöne kayacağı belli olmadığı için.
Bu yazım tüm tırtır delemelere ithaf edilmiştir.
Medeni ittifak/Yumurtakafa YILMAZ
MEDENİ
İTTİFAK
Medeniyetler ittifakı (Mİ) Türkiye ve İspanya Hükümetlerinin girişimleriyle Birleşmiş Milletlerin (BM) himayesinde 2005 yılında kurulmuş. Burada sözde amaç; çeşitli kültürleri bir araya getirmeye çalışmaktır. Sonuç olarak da insanların beklentisinden uzakta, halklara fiili hiçbir fayda sağlamayan toplantılar yapılmaktadır.
Halkların arasında hiçbir sorun olmadığı halde emperyalist sömürücüler ile onların işbirlikçi yöneticileri geçici olarak ırkçı yaklaşımları rafa kaldırmakta, çıkar çatışmalarını yine geçici olarak uzlaşıya bırakmaktadır.
Neden ?
Ürettikleri mala pazar bulmak ve kazanç ağını daha fazla genişletmek için. Peki, neden ırkçılığı tamamen kaldırma çalışması yapılmıyor? Rekabet! Evet evet.
“Sınırlar, kotalar, yasaklar olmadı, gerekirse halkları birbirine kırdırma politikası da elimizin altında bulunsun. Her şey kutsal menfaatler için.”
Obama, ülkemize turistik seyahat amacıyla mı geldi sanıyorsunuz! Ve tamda onun geldiği tarihlere denk düşen “Medeniyetler İttifakı” toplantıları yapılıyor. Ne diyor Obama; Her şey değişiyor, değişime ayak uydurun. Peki, ABD politikaları değişiyor mu? Hayır. Sadece kendisine yeni Pazar yollarının açılmasını talep ediyor. Malum, Rusya,İran ve Çin üzerinden bir yerlere ulaşması zor. İşte böyle, al sana sıcak bulduğun Obama usulü yaklaşım.
Al sana, Medeniyetler arası itti-fuck yaklaşımı.
ABD’li General Smadley D. Butler 1920’lerde emekli olurken özeleştiri yapıyor. “Bütün hizmetim süresince şerefler, madalyalar, terfilerle karşılandım. Geriye baktığımda, kendimi mafya lideri Al Capone’den daha beter hissediyorum. O şantajını sadece 3 şehrin mahallelerinde sürdürebiliyordu. Biz deniz piyadeleri 3 kıtada cirit atıyoruz.”
Kime hizmet amacı taşıyor tahmin etmek zor olmasa gerek. Peki ya 90 yıl sonrasında değişen ne oldu?
Küba halkını anlatan “Dinle Yankee” kitabından bir alıntı aktarmak istiyorum;
“Her inanan gibi bizlerde günahın ne demek olduğunu pekala biliyorduk. Ama günah, para demekti. 12–14 yaşlarındaki kızlarımız için, genelevlerin iğrençlikleri yoksulluktan daha iyiydi. Eski Havana, sizin soğuk kışlarınızdan uzaktaki tatil yerlerinizdi. Ancak; dolarlarınıza uzak değildi.
Önce ABD dolarınız geldi sonra da ABD bayrağınız.
Bizim yönetenlerimiz hırsız ve uşak, sizin kapitalistleriniz ise ABD’nin başları yukarda şerefli insanları. Bizler ise her ikisinin köleleri. Bizim tarihimizi yapan ve bizim hayat yolumuzu çizen, kendi yaptıklarımız veya yapamadıklarımız değil. O, ABD’de masa başlarındaki pazarlıklarda kararlaştırılmıştı.
Biraz uzun oldu ama neylersin herkes için itti-fuck. Önce borçlandır, sonra köleleştir, sonrada sömür.
Endüstri-futbol bizim tabirimiz ile endüstriyel futbol. Galiba bu konuyu tekrar tekrar yazmamız gerekecek.
Önce borçlanıyorsun, sonra bağımlı hale geliyorsun, sonrada zenginliklerini kaybediyorsun. Üstelik tüm bu olanları, “her şeyin hayırlısı” diyerek karşılıyorsun.
Global, liberal ve vahşice planlanan bu sistemin küçük bir prototipi üzerimizde sınanıyor gibi değil mi?
İşte;
biz bütün bu olan biteni görerek hareket ediyoruz. Ve birileri de bizi çok iyi görüyor olacak ki ! 4 Mart da bunu jop, su ve gazlayarak ifade etti.
Tek başına ayakta duran BEŞİKTAŞ-çArşı duruşu güce tapmayanlara da örnek olmuştur.
Bizler zenginliklerimizin farkındayız ve bu zenginliklerimizi bizden çalmaya çalışanlarla da itti-fuck falan yapmıyoruz kardeşim.
Meksika’nın yiğit lideri Zapata ne diyor.
Diz çökerek yaşamaktansa, Ayakta ölmek yeğdir.
NO PASSARAN.
ey yoksul insan
ey yoksulun yoldaşı
ey yoksul yoldaşına sırdaş olan
ey yoksul yoldaşının sırdaşına arkadaş
ey anaların çığlığıyla ürperen
ey ürperenin kardeşi
ey yurtsuz adam
oğlunu yitirmiş baba
babası vurulmuş çocuk
ey yâri yâresi olmuş kadın
şarkısı yasak ozan
yolunmuş çiçek
ürkütülmüş güvercin
urgandaki
hücredeki
sürgündeki
ey duvağı yırtılmış gelin
sırtından vurulmuş genç
torunu çalınmış dede
açlığa oyulmuş bebek
sürgündeki
namludaki
duvardaki
ey göğsü dağlanmış esir
nice günün nice gecen
yaşamak uğruna yaralıdır
ey "zincirlerinden başka
kaybedecek şeyi olmayan"
insanca yaşamak isteğiyle suçluysan
hayatta olmanın onuru da yaralı
ey hayata sevdalı esir
dünümüzde
günümüzde
tenimizde bu yara
"bizi kurtaracak olan
kendi kollarımızdır."
Nihat BEHRAM
İTTİFAK
Medeniyetler ittifakı (Mİ) Türkiye ve İspanya Hükümetlerinin girişimleriyle Birleşmiş Milletlerin (BM) himayesinde 2005 yılında kurulmuş. Burada sözde amaç; çeşitli kültürleri bir araya getirmeye çalışmaktır. Sonuç olarak da insanların beklentisinden uzakta, halklara fiili hiçbir fayda sağlamayan toplantılar yapılmaktadır.
Halkların arasında hiçbir sorun olmadığı halde emperyalist sömürücüler ile onların işbirlikçi yöneticileri geçici olarak ırkçı yaklaşımları rafa kaldırmakta, çıkar çatışmalarını yine geçici olarak uzlaşıya bırakmaktadır.
Neden ?
Ürettikleri mala pazar bulmak ve kazanç ağını daha fazla genişletmek için. Peki, neden ırkçılığı tamamen kaldırma çalışması yapılmıyor? Rekabet! Evet evet.
“Sınırlar, kotalar, yasaklar olmadı, gerekirse halkları birbirine kırdırma politikası da elimizin altında bulunsun. Her şey kutsal menfaatler için.”
Obama, ülkemize turistik seyahat amacıyla mı geldi sanıyorsunuz! Ve tamda onun geldiği tarihlere denk düşen “Medeniyetler İttifakı” toplantıları yapılıyor. Ne diyor Obama; Her şey değişiyor, değişime ayak uydurun. Peki, ABD politikaları değişiyor mu? Hayır. Sadece kendisine yeni Pazar yollarının açılmasını talep ediyor. Malum, Rusya,İran ve Çin üzerinden bir yerlere ulaşması zor. İşte böyle, al sana sıcak bulduğun Obama usulü yaklaşım.
Al sana, Medeniyetler arası itti-fuck yaklaşımı.
ABD’li General Smadley D. Butler 1920’lerde emekli olurken özeleştiri yapıyor. “Bütün hizmetim süresince şerefler, madalyalar, terfilerle karşılandım. Geriye baktığımda, kendimi mafya lideri Al Capone’den daha beter hissediyorum. O şantajını sadece 3 şehrin mahallelerinde sürdürebiliyordu. Biz deniz piyadeleri 3 kıtada cirit atıyoruz.”
Kime hizmet amacı taşıyor tahmin etmek zor olmasa gerek. Peki ya 90 yıl sonrasında değişen ne oldu?
Küba halkını anlatan “Dinle Yankee” kitabından bir alıntı aktarmak istiyorum;
“Her inanan gibi bizlerde günahın ne demek olduğunu pekala biliyorduk. Ama günah, para demekti. 12–14 yaşlarındaki kızlarımız için, genelevlerin iğrençlikleri yoksulluktan daha iyiydi. Eski Havana, sizin soğuk kışlarınızdan uzaktaki tatil yerlerinizdi. Ancak; dolarlarınıza uzak değildi.
Önce ABD dolarınız geldi sonra da ABD bayrağınız.
Bizim yönetenlerimiz hırsız ve uşak, sizin kapitalistleriniz ise ABD’nin başları yukarda şerefli insanları. Bizler ise her ikisinin köleleri. Bizim tarihimizi yapan ve bizim hayat yolumuzu çizen, kendi yaptıklarımız veya yapamadıklarımız değil. O, ABD’de masa başlarındaki pazarlıklarda kararlaştırılmıştı.
Biraz uzun oldu ama neylersin herkes için itti-fuck. Önce borçlandır, sonra köleleştir, sonrada sömür.
Endüstri-futbol bizim tabirimiz ile endüstriyel futbol. Galiba bu konuyu tekrar tekrar yazmamız gerekecek.
Önce borçlanıyorsun, sonra bağımlı hale geliyorsun, sonrada zenginliklerini kaybediyorsun. Üstelik tüm bu olanları, “her şeyin hayırlısı” diyerek karşılıyorsun.
Global, liberal ve vahşice planlanan bu sistemin küçük bir prototipi üzerimizde sınanıyor gibi değil mi?
İşte;
biz bütün bu olan biteni görerek hareket ediyoruz. Ve birileri de bizi çok iyi görüyor olacak ki ! 4 Mart da bunu jop, su ve gazlayarak ifade etti.
Tek başına ayakta duran BEŞİKTAŞ-çArşı duruşu güce tapmayanlara da örnek olmuştur.
Bizler zenginliklerimizin farkındayız ve bu zenginliklerimizi bizden çalmaya çalışanlarla da itti-fuck falan yapmıyoruz kardeşim.
Meksika’nın yiğit lideri Zapata ne diyor.
Diz çökerek yaşamaktansa, Ayakta ölmek yeğdir.
NO PASSARAN.
ey yoksul insan
ey yoksulun yoldaşı
ey yoksul yoldaşına sırdaş olan
ey yoksul yoldaşının sırdaşına arkadaş
ey anaların çığlığıyla ürperen
ey ürperenin kardeşi
ey yurtsuz adam
oğlunu yitirmiş baba
babası vurulmuş çocuk
ey yâri yâresi olmuş kadın
şarkısı yasak ozan
yolunmuş çiçek
ürkütülmüş güvercin
urgandaki
hücredeki
sürgündeki
ey duvağı yırtılmış gelin
sırtından vurulmuş genç
torunu çalınmış dede
açlığa oyulmuş bebek
sürgündeki
namludaki
duvardaki
ey göğsü dağlanmış esir
nice günün nice gecen
yaşamak uğruna yaralıdır
ey "zincirlerinden başka
kaybedecek şeyi olmayan"
insanca yaşamak isteğiyle suçluysan
hayatta olmanın onuru da yaralı
ey hayata sevdalı esir
dünümüzde
günümüzde
tenimizde bu yara
"bizi kurtaracak olan
kendi kollarımızdır."
Nihat BEHRAM
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Biz kimiz?
- Halkın Takımı Dergi
- Biz, büyük olmayı "çok" olmak, önüne her geleni ezebilmek, görgüsüz hezeyanlarını tatmin için herşeyin ve herkesin alınıp satılabildiği ortamları yaratıp sonra da oradan beslenmek olan ve tapınılası tek değeri sadece ve sadece "güç" olarak görenlerin yer aldığı tribünün tam karşısında, Eto'o ların,Pluton'ların,Pakistan'lı bebelerin, Irak'lı dedelerin, Latin Amerika'lı işçilerin,siyahların-beyazların,kızılderililerin-eskimoların-çingenelerin,pazar malı ucuz beyaz pamuklusunun üzerine siyah şeritler diktirerek mahalle maçına çıkan veletlerin, o ucuz formayı o velete etiketini koymadan diken komşu teyzenin, topumuzu bize bedeli ruz-ı mahşerde ödenecek bir "borç" karşılığı veren bakkal amcanın, sözün özü "Halkın Takımı" yız.